5 Haziran 2012 Salı








RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI'NDA; "TA AHİR ZAMANDA
HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE..." VE "...RİSALE-İ NUR'U
BİR PROGRAM OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK..."
İFADELERİNİN GEÇTİĞİ YERLER


1- "TA AHİR ZAMANDA HAYATIN GENİŞ


DAİRESİNDE"... İFADESİ


Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın (Peygamberimiz
(s.a.v.)'in) haber verdiği "Mânevî fütuhat yapmak (galibiyetler
kazanmak) ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemin hemen hemen
gelmesi" diye fıkrasına, bütün ruhu canımızla rahmet-i
İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risalei
Nur şakirtleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlahiyeye karışmamak
ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi
tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemiyete değil (miktara
değil), keyfiyete bakmak, hem çoktan beri sukut-u ahlâka (ahlak kaybına) ve hayat-ı dünyeviyeyi (dünya hayatını) her
cihetle hayat-ı uhreviyeye (ahirete) tercih ettirmeye sevk eden
dehşetli esbap (sebepler) altında Risale-i Nur'un şimdiye kadar
fütuhatı (galibiyeti) ve zındıkların (kafirlerin, dinsizlerin) ve
dalâletlerin savletlerini (saldırılarını) kırması ve yüz binler biçarelerin
imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil
yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi,
Muhbir-i Sâdıkın (Peygamberimiz (s.a.v.)'in) ihbarını aynen
tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaAllah daha
edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaAllah hiçbir kuvvet
Anadolu'nun sinesinden onu (Risale-i Nur'u) çıkaramaz.
AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL
SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE ŞAKİRTLERİ CENAB-I
HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR
VE O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİ-
MİZDE SEYREDİP ALLAH'A ŞÜKREDERİZ.


(Kastamonu Lahikası, Sayfa: 72,
Tarihçe-i Hayat, Sayfa: 258,
Hizmet Rehberi, Sayfa: 267,
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa: 153)


2- HZ. MEHDİ (A.S.)'IN RİSALE-İ NUR'U BİR PROGRAM 
OLARAK NEŞR VE TATBİK ETMESİYLE İLGİLİ İFADELER...


Ümmetin beklediği, ahirzamanda gelecek zatın üç vazifesinden
en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı (değerlisi)
olan îman-ı tahkîkiyi (Tahkiki iman, imana dair bütün meseleleri
inceleyip delil ve bürhan ile inanma) neşr (Dağıtma, yay-ma...) ve ehl-i îmanı dalaletten (batıla yönelmekten) kurtarmak
cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemamiha Risale-i
Nur'da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı a'zam ve Osman-ı
Halidî gibi zatlar bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını
Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret
etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hadimine (hizmetçisine)
vermişler, o hadime (hizmetçiye) mültefitane (iltifat edene
yakışır şekilde) bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR
Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ
NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK.
(Beyanat ve Tenvirler, Sayfa: 310)

ÜMMETİN BEKLEDİĞİ, ÂHİRZAMANDA GELECEK
ZÂTIN ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMİ VE EN BÜYÜĞÜ
VE EN KIYMETTARI OLAN İMAN-I TAHKİKÎYİ NEŞİR
VE EHL-İ İMANI DALÂLETTEN KURTARMAK CİHETİYLE
(YÖNÜYLE), o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ
Risale-i Nur'da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve
Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın
makamını Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler
gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine
(hizmetçisine) vermişler, o hâdime mültefitane (iltifat edene
yakışır şekilde) bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR
Kİ, SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ
NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞİR VE TATBİK
EDECEK. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa: 11)


ÜSTAD, HZ. MEHDİ (A.S.)'IN ZUHURUNUN KIŞTAN
SONRA BAHARIN GELMESİ GİBİ ALLAH'IN BİR
ADETULLAHI OLDUĞUNU İFADE ETMİŞTİR

Elcevap: CENAB-I HAKK; KEMAL-İ RAHMETİNDEN,
ŞERİAT-İ İSLAMİYETİN EDEBİYETİNE BİR ESER-İ HİMAYET
OLARAK, HER BİR FESAD-I ÜMMET ZAMANINDA
BİR MUSLİH VEYA BİR MÜCEDDİT VEYA BİR HALİFE-İ
ZİŞAN VEYA BİR KUTB-U A'ZAM VEYA BİR MÜRŞİD'İ
EKMEL VEYAHUT BİR NEVİ MEHDİ HÜKMÜNDE MÜ-
BARET ZATLARI GÖNDERMİŞ; fesadı izale edip, milleti ıslah
etmiş; Din-i Ahmediye (A.S.M) muhafaza etmiş. Madem
adeti öyle cereyan ediyor, AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI
ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD,
HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM,
HEM MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK
BİR ZAT-I NURANİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA,
EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN OLACAKTIR. CENAB-I HAKK,
BİR DAKİKA ZARFINDA BEYN-ES-SEMA VEL-ARZ ALEMİNİ
BULUTLARLA DOLDURUP BOŞALTTIĞI GİBİ, BİR
SANİYEDE DENİZİN FIRTINALARINI TESKİN EDER VE

BAHAR İÇİNDE BİR SAATTE YAZ MEVSİMİNİN NÜMUNESİNİ
VE YAZDA BİR SAATTE KIŞ FIRTINASINI İCAD
EDEN KADİR-İ ZÜLCELAL; MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM'IN
ZULÜMATINI DAĞITABİLİR. VE VA'DETMİŞ-
TİR, VA'DİNİ ELBETTE YAPACAKTIR. Kudret-i İlahiye
noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab ve hikmet-
i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve
vukua layıktır ki; 'Eğer muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi,
herhalde öyle olmak lazım gelir. Ve olacaktır' diye ehl-i tefekkür
hükmeder. Şöyle ki ki:

Felillâhilhamd,... Allah'ım! Tıpkı Âlemlerde İbrahim'e ve
İbrahim'in Âline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed'e ve
Efendimiz Muhammed'in Âline de salât et. Muhakkak ki Sen
her türlü hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyıksın ve şan
ve şerefin her şeyden nihayetsiz derecede yüksektir. Âl-i
İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek
silsilelerin başında, umum aktar ve âsârın mecmalarında
o nuranî zatlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler
ki, o kumandanların mecmuu, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar.
Eğer maddî şekle girse ve bir tesanütle bir fırka vaziyetini
alsalar, İSLÂMİYET DİNİNİ MİLLİYET-İ MUKADDESE
HÜKMÜNDE RABITA-İ İTTİFAK VE İNTİBAH YAPSALAR,
HİÇBİR MİLLETİN ORDUSU ONLARA KARŞI DAYANAMAZ.
İŞTE, O PEK KESRETLİ O MUKTEDİR ORDU,
ÂL-İ MUHAMMED ALEYHİSSALÂTÜ VESSELÂMDIR VE
HAZRET-İ MEHDÎNİN EN HAS ORDUSUDUR. Evet, bugün
tarih-i Âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane
ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve Âli hasep ve asil
neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler
nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan

beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve

ehl-i kemÂlin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten
milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri
imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şerefi
intisabıyla serfirazdırlar. BÖYLE BİR CEMAAT-İ AZÎME
İÇİNDEKİ MUKADDES KUVVETİ TEHYİÇ EDECEK VE
UYANDIRACAK HÂDİSÂT-I AZÎME VÜCUDA GELİYOR.
ELBETTE O KUVVET-İ AZÎMEDEKİ BİR HAMİYET-İ ÂLİ-
YE FEVERAN EDECEK VE HAZRET-İ MEHDÎ BAŞINA GEÇİP
TARİK-İ HAK VE HAKİKATE SEVK EDECEK. BÖYLE
OLMAK VE BÖYLE OLMASINI, BU KIŞTAN SONRA BAHARIN
GELMESİ GİBİ, ÂDETULLAHTAN VE RAHMET-İ
İLÂHİYEDEN BEKLERİZ VE BEKLEMEKTE HAKLIYIZ.
(Mektubat, ss.425-426)


BEDİÜZZAMAN; 
RİSALELERİN ŞAHSI 
MANEVİSİNİ 

VE ÜSTAD'I 
MEHDİ OLARAK GÖRMENİN 
BİR 

YANLIŞLIK VE YANILMA 
OLDUĞUNU İFADE ETMİŞTİR


MEHDÎ'NİN ÜÇ VAZİFESİ
(Emirdağ Lahikası 1, sf. 231-233.)

ÜSTAD AHİR ZAMANDA ZUHUR EDECEK HZ.
MEHDİ (A.S.)'IN ÜÇ VAZİFEYİ BİR ARADA YAPACAĞINI
BU ÖZELLİĞİNİN ONU AHİR ZAMANA KADARKİ
TÜM DİĞER MÜCEDDİDLERDEN AYIRACAĞINI
İFADE ETMİŞTİR. BU NEDENLE BEDİÜZZAMAN'I
VE RİSALELERİ HZ. MEHDİ (A.S.) ZANNEDENLER
AÇISINDAN BU DURUMUN BİR İLTİBAS,
BİR SEHİV OLDUĞUNU YANİ BÖYLE DÜŞÜNEN
KİŞİLERİN HATA YAPTIKLARINI DOLAYISIYLA DA
YANILDIKLARINI İFADE ETMİŞTİR.



Mehdî'nin üç vazifesi

Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına
benden sordu ki: "Nurun halis ve eh(emmiyetli bir kısım
şakirdleri, pek musırrane olarak ahirzamanda gelen al-i Beytin
büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin
halde onlar ısrar ediyorlar.

Sen de bu kadar musırrane onların fikirlerini kabul etmiyorsun,
çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat'î
bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikata binaen onlara
muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, her halde hallini istiyoruz."
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim
ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette
bir tabir ve te'vil lazım.

Birincisi: ÇOK DEFA MEKTUPLARIMDA İŞARET ETTİĞİM
GİBİ, MEHDÎ AL-İ RESÛLÜN TEMSİL ETTİĞİ
KUDSÎ CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİN ÜÇ VAZİ-
FESİ VAR. EĞER ÇABUK KIYAMET KOPMAZSA VE BEŞER
BÜTÜN BÜTÜN YOLDAN ÇIKMAZSA, O VAZİFELERİ
ONUN CEMİYETİ VE SEYYİDLER CEMAATİ YAPACAĞINI
RAHMET-İ İLAHİYEDEN BEKLİYORUZ. VE ONUN
ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyyun ve
tabiiyyun taunu beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel
felsefeyi ve maddiyyûn fikrini tam susturacak bir tarzda îmanı
kurtarmaktır. Ehl-i îmanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife
hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tetkikat
ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdî'nin, o vazifesini
bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez.
Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı,
onun ile iştigale vakit bırakmıyor. HERHALDE O VAZİFEYİ

ONDAN EVVEL BİR TAİFE BİR CİHETTE GÖRECEK. O
ZAT, O TAİFENİN UZUN TETKİKATI İLE YAZDIKLARI
ESERİ KENDİNE HAZIR BİR PROĞRAM YAPACAK,
ONUN İLE O BİRİNCİ VAZİFEYİ TAM YAPMIŞ OLACAK.
BU VAZİFENİN İSTİNAD ETTİĞİ KUVVET VE MANEVÎ
ORDUSU, YALNIZ İHLAS VE SADAKAT VE TESANÜD
SIFATLARINA TAM SAHİP OLAN BİR KISIM ŞAKİRDLERDİR.
NE KADAR DA AZ OLSALAR, MANEN BİR ORDU
KADAR KUVVETLİ VE KIYMETLİ SAYILIRLAR.

İkinci vazifesi: HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.)
ÜNVANI İLE ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ İHYA ETMEKTİR.
ALEM-İ İSLAMIN VAHDETİNİ NOKTA-İ İSTİNAD EDİP,
BEŞERİYETİ MADDÎ VE MANEVÎ TEHLİKELERDEN VE
GADAB-I İLAHÎDEN KURTARMAKTIR. BU VAZİFENİN,
NOKTA-İ İSTİNADI VE HADİMLERİ, MİLYONLARLA EFRADI
BULUNAN ORDULAR LAZIMDIR.

Üçüncü vazifesi: İNKILABAT-I ZAMANİYE İLE ÇOK
AHKAM-I KUR'ANİYENİN ZEDELENMESİYLE VE ŞERİ-
AT-I MUHAMMEDÎYENİN (A.S.M.) KANUNLARI BİR DERECE
TATİLE UĞRAMASIYLA O ZAT, BÜTÜN EHL-İ
ÎMANIN MANEVÎ YARDIMLARIYLA VE İTTİHAD-I İSLAMIN
MUAVENETİYLE VE BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN
VE BİLHASSA AL-İ BEYTİN NESLİNDEN HER ASIRDA
KUVVETLİ VE KESRETLİ BULUNAN MİLYONLAR
FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA O VAZİFE-İ
UZMAYI YAPMAYA ÇALIŞIR.

Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi
ve en yüksek mesleği olan îmanı kurtarmak ve îmanı,
tahkikî bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da îmanını
tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hida-yet edici,
irşad edici manasının tam sarahatını ifade ettiği
için, Nur Şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da
gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten
ikinci ve üçüncü derecededir, diye Risale-i Nur'un şahs-ı
manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî telakki ediyorlar. O
şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur Şakirdlerinin tesanüdünden
gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir
nevi mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden,
bazan o ismi ona da veriyorlar. GERÇİ BU, BİR İLTİBAS VE
BİR SEHİVDİR, FAKAT ONLAR ONDA MES'UL DEĞİLLER.
ÇÜNKÜ ZİYADE HÜSN-Ü ZAN, ESKİDENBERİ CEREYAN
EDİYOR VE İTİRAZ EDİLMEZ. Ben de o kardeşlerimin
pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temennî ve
Nur Talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu gördüğümden
onlara çok ilişmezdim. Hatta eski evliyanın bir kısmı,
keramet-i gaybiyelerinden Risale-i Nur'u aynı o ahirzamanın
hidayet edicisi olduğu, diye keşifleri bu tahkikat ile te'vili anlaşılır.
Demek iki noktada bir iltibas var, te'vil lazımdır.
Birincisi: AHİRDEKİ İKİ VAZİFE, GERÇİ HAKİKAT NOKTASINDA
BİRİNCİ VAZİFE DERECESİNDE DEĞİLLER, fakat
hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslam ordularıyla
zemin yüzünde saltanat-ı İslamiyeyi sürmek cihetinde
herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu
asrın efkarında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor;
ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor;
siyaset manasını ihsas eder; belki de bir hodfüruşluk manasını
hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik
arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de çok safdil
ve makamperest zatlar "Mehdî olacağım," diye dava ederler.
GERÇİ HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ MEHDÎ
VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ, FAKAT HERBİ-
Rİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE YAPMASI
144 ÜSTAD'I VE RİSALELERİ MEHDİ ZANNETMEK BİR 
İLTİBAS VE BİR SEHİVDİR İTİBARİYLE, AHİRZAMANIN 
BÜYÜK MEHDÎSİ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR. 
Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu îtikadlarına
göre, bana karşı demişler ki:
"Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirdleri kabul edecekler."
Ben de onlara demiştim: "BEN, KENDİMİ SEYYİD BİLEMİ-
YORUM. BU ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR. HALBUKİ
AHİRZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, ÂL-İ BEYTTEN
OLACAKTIR. Gerçi manen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-
i manevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i
Muhammed Aleyhisselam bir manada hakikî Nur Şakirdlerine
şamil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabildim; fakat bu
zaman şahs-ı manevî zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde
hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek
ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlasa tam muhalif
olmasından, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni
kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden
hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem ve Nurdaki ihlası
bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmaya
kendimi mecbur biliyorum" dedim. O ehl-i vukuf sustu.
(Emirdağ Lahikası-I, ss. 231-233.)



RİSALELERİN DOĞRU OKUNMASI VE ANLAŞILMASI 
GEREKTİĞİNE VE HERKESİN ANLAYACAĞI KADAR 
ANLAŞILIR OLDUĞUNA DAİR BEDİÜZZAMAN'IN BAZI 
AÇIKLAMALARI

"Nur'un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya
kenarda haşiyecikler (açıklamalar) yazılsa daha münasiptir
(uygundur). Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar
ayrı ayrı olur, tashih (düzeltme) lazım gelir. Hem su-i isti'male
kapı açılır, muarızlar (karşı çıkanlar) istifade ederler. Hem
herkes senin gibi muhakkik (hakikati araştırıp inceleyip bulan)
müdakkik (inceden inceye tetkik eden, en ufak gizli şeyleri
bile görmeye çalışan) olmaz, YANLIŞ MANA VERİR,
BİR KELİME İLAVE EDER, EHEMMİYETLİ BİR HAKİKATİ
KAYBETMEYE SEBEP OLUR. BEN TASHİHATIMDA 
(düzeltmelerimde) BÖYLE ZARARLI İLAVELERİ ÇOK GÖRDÜM…

(Emirdağ Lahikası El yazma, sf. 661)


"Yol ikidir: Ya sükut etmektir (susmaktır). Çünkü söylenilen
her sözün doğru olması lazımdır. Veya sıdktır (doğruluk).
Çünkü İslamiyetin esası, sıdktır (doğruluktur). İmanın
hassası, sıdktır (doğruluktur). Bütün kemalata isal edici (iyiliklere
ulaştıran), sıdktır. Ahlak-ı aliyenin (yüksek ahlakın)
hayatı, sıdktır (doğruluktur). Terakkiyatın mihveri (ilerlemenin
merkezi) sıdktır (doğruluktur).

Alem-i İslam'ın nizamı (İslam aleminin düzeni) sıdktır
(doğruluktur).


Nev'i beşeri kabe-i kemalata isal eden, (insanlığı ahlak
ve terbiyeye ulaştıran) sıdktır (doğruluktur). Ashab-ı Kiram'ı
(sahabeleri) bütün insanlara tefevvuk ettiren (üstün kılan)
sıdktır (doğruluktur). Muhammed-i Haşimi Aleyhisselatü
Vesselam'ı meratib-i beşeriyenin (insanlık derecesinin) en
yükseğine çıkaran, sıdktır (doğruluktur)."
(İşarat-ül İcaz, sf. 82)

"Risale-i Nur; bütün tabakat-ı beşere (insan gruplarına)
hem medrese, hem mektep, hem kışla, hem hekim, hem hakim
olarak, en ami (cahil) avamdan en ehass-ı havassa (en halis
ilim sahiplerine) kadar ders verip, talim ve terbiye etmesi
bizce muşhuddur (aşikardır, açıkça görülmektedir)."
(Kastamonu Lahikası, sf.70)


"…Bir ortaokul çocuğu veya okumasını bilen bir kadın,
büyük bir feylesofun eserini okuduğu zaman istifade edememiştir.
Fakat Risale-i Nur'dan herkes derecesine göre istifade
etmektedir."
(Şualar, sf.549)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder