9 Haziran 2012 Cumartesi

BEDİÜZZAMAN'IN İSLAM BİRLİĞİ (İTTİHAD-I İSLAM)
İLE İLGİLİ SÖZLERİ

27 Mart 1909

Tarîk-ı Muhammedî (Muhammed'in yolu) (a.s.m), şüphe
ve hileden münezzeh (hiç bir şeye muhtaç olmayan, kusursuz)
olduğundan, şüphe ve hileyi ima eden gizlemekten de müstağnîdir
(ihtiyaç duymayandır). Hem de o derece azîm (büyük) ve
geniş ve muhit (Her şeyi kuşatan) bir hakikat (gerçek), bahusus
(özellikle) bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle (sebeple) saklanmaz.
Bahr-ı umman (Okyanus) nasıl bir destide (Testide) saklanacak!
Tekraren (Defalarca) söylüyorum ki, ittihad-ı islâm
(İslam Birliği) hakikatında (gerçeğinde) olan ittihad-ı
Muhammedînin (İslam Birliğinin) (a.s.m.) cihetü'l-vahdeti
(Birlik yönü) Tevhid-i İlâhîdir (Allah'ın birliğine iman ve ondan
başka ilah olmadığını tasdik etmektir). Peyman (Ahd) ve yemini
de îmandır. Müntesibîni (Intisab edenleri, girenleri), umum
(tüm) mü'minlerdir. Nizamnâmesi (tüzük metni), sünen-i
Ahmediyedir (peygamberin sünnetidir) (a.s.m.). Kânunu (yasası),
evâmir (emirleri, kanunları) ve nevâhi-i şer'iyedir (Şeriatın
yasakladığı şeylerdir). Bu ittihat (Birlik); âdetten (gelenekten,
alışkanlıktan) değil, ibâdettir.

İhfa (gizlenmek), havf (korkmak); riyâdandır (gösteriştendir,
iki yüzlülüktendir). Farzda riyâ (gösteriş, iki yüzlülük) yoktur.
BU ZAMANIN EN BÜYÜK FARZ VAZÎFESİ (GÖREVİ),
İTTİHAD-I İSLÂMDIR (İSLAM BİRLİĞİDİR). ITTİHADIN
(BİRLİĞİN) HEDEF VE MAKSADI; O KADAR UZUN,
MÜNŞAİB (KOLLARA AYRILMIŞ), MUHİT (HER ŞEYİ KUŞATAN),
MERÂKİZ (KARAR YERLERİ) VE MAÂBİD-İ İSLÂMİYEYİ
(İSLAMIN İBADET YERLERİNİ) BİRBİRİNE
RABTETTİREN (BAĞLAYAN) BİR SİLSİLE-İ NURANİYİ
(NURANİ SİLSİLE, SOY) İHTİZAZA GETİRMEKLE (HAREKETE
GEÇMEKLE) ONUNLA MERBUT (BAĞLANMIŞ)
OLANLARI İKAZ (UYARMA) VE TARÎK-I TERAKKİYE
(YÜKSELME, İLERLEME YOLUNA) BİR HÂHİŞ (İSTEK) VE
EMR-İ VİCDANÎ (VİCDANİ EMİR) İLE SEVK ETMEKTİR.
BU İTTİHADIN (BİRLİĞİN) MEŞREBİ (YOLU) MUHABBETTİR.
(SEVGİ BESLEMEKTİR). HUSUMET (DÜŞMANLIK)
İSE, CEHALET (BİLGİSİZLİK) VE ZARURET (İSTER
İSTEMEZ) NİFAKADIR (İKİ YÜZLÜLÜKTÜR). GAYR-I
MÜSLİMLER (MÜSLÜMAN OLMAYANLAR) EMİN OLSUNLAR
Kİ, BU İTTİHADIMIZ (BİRLİĞİMİZ), BU ÜÇ SIFATA
(VASFA) HÜCUMDUR (KARŞI ÇIKMAKTIR, SALDIRIDIR).
GAYR-I MÜSLİME (MÜSLÜMAN OLMAYANA)
KARŞI HAREKETİMİZ İKNÂDIR (RAZI ETMEKTİR). ZİRA
ONLARI MEDENÎ (FAZİLETLİ, TERBİYELİ) BİLİRİZ. VE İSLÂMİYETİ
MAHBUP (SEVİLEN, SEVGİLİ) VE ULVÎ (YÜCE)
GÖSTERMEKTİR. Zira (Çünkü) onları munsif (İnsaflı) zannediyoruz.
Lâübaliler (Geveze, zevzek) iyi bilsinler ki, dinsizlikle
kendilerini hiçbir ecnebîye (yabancıya) sevdiremezler.
Zira (Çünkü) mesleksizliklerini göstermiş olurlar.
Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada (Birliğe) tahkik
(araştırma) ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar.
İttihad-ı Muhammedî (İslam Birliği) (aleyhissalâtü vesselâm)
olan ittihad-ı islâmın (İslam Birliğinin) efkâr (fikirler) ve meslek
ve hakikatini (gerçeğini) efkâr-ı umumiyeye (Halkın fikirlerine)
arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız.
(Hutbe-i Şamiye, Sâdâ-yı Hakikat, s. 94)

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Ruh-u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz.
İNŞAALLAH, ÂLEM-İ İSLÂMIN (İslam aleminin) DA BÜ-
YÜK BİR BAYRAMINA YETİŞİRSİNİZ. CEMAHİR-İ MÜTTEFİKA-
I İSLÂMİYENİN (Birleşik İslam
Cumhuriyetlerinin) KUDSÎ (Mukaddes) KANUN-U ESASİ-
YELERİNİN (Anayasasının) MENBAI OLAN (kaynağı olan)
KUR'ÂN-I HAKÎM, İSTİKBALE (geleceğe) TAM HÂKİM
OLUP BEŞERİYETE (insanlığa) TAM BİR BAYRAMI GETİ-
RECEĞİNE ÇOK EMARELER (işaretler-deliller) VAR.

Saniyen (İkinci olarak): Şüphe kalmadı ki, Nur Risaleleri
ve talebeleri, hıfz ve inayet-i İlâhiyeye (Allah'ın koruması ve
yardımına) mazhardırlar (şereflenmişlerdir) ki, bu zamanın
hassasiyetle (titizlikle) ve bazı keyfî (isteğe bağlı) kanunlarla
pek hiddetli bir inatla uzun zamandan beri Nur talebelerine ancak
yüzde bir nisbetinde (oranında) zarar verebildiler. Nurun
faal talebelerinden altı yüz talebesinin mahkemelerle meşgul
edilmesine dehşetli bir plân varken, yalnız altı talebeye muvakkaten
(geçici olarak) ilişildi. Hattâ Nur kahramanının yazdığı
gibi, yirmi beş adliye mahkemeleri yüz binler nüshalarında
(yazılı belgelerde) ve yüz binler talebelerinde medâr-ı
mes'uliyet (sorumluluk sebebi) birşey bulamıyorlar. Ve o kesretli
(çeşitli) adliyelerin "Nurlarda suç yok ve bulamıyoruz"
demeleri kat'î (kesin) bir delildir.
(Emirdağ Lahikası, s. 315)

Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden
en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı (değerlisi)
olan iman-ı tahkikîyi (sarsılmaz imanı) neşir (yaymak) ve
ehl-i imanı (iman sahiplerini) dalâletten (hak yoldan, dinden
sapmaktan) kurtarmak cihetiyle (sebebiyle), o en ehemmiyetli
vazifeyi aynen bitemâmihâ Risale-i Nur'da görmüşler. İmamı
Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta
içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinde
keşfen (gizli birşeyin Allah tarafından birisine ilhâm
edilmesi yoluyla bilinmesiyle) görmüşler gibi işaret etmişler.
Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine (hizmetkarına) vermişler,
o hâdime (hizmetkara) mültefitane (iltifat ederek) bakmışlar.
Bu hakikatten anlaşılıyor ki, sonra gelecek o mübarek
zat, Risale-i Nur'u bir programı olarak neşir (yayacak) ve tatbik
edecek (yerine getirecek).

O zatın ikinci vazifesi, şeriatı (İslam dinini) icra ve tatbik
etmektedir (yerine getirmektedir). Birinci vazife, maddî kuvvetle
değil, belki kuvvetli itikad (inanç) ve ihlâs ve sadakatle
olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet
ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.


O ZATIN ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ, HİLÂFET-İ İSLÂMİYEYİ
(İSLAM HALİFELİĞİNİ) İTTİHAD-I İSLÂMA (İSLAM
BİRLİĞİNE) BİNA EDEREK, İSEVÎ RUHANÎLERİYLE (HIRİSTİYANLARLA)
İTTİFAK EDİP DİN-İ İSLÂMA (İSLAM
DİNİNE) HİZMET ETMEKTİR. Bu vazife, pek büyük bir saltanat
ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir.
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır.
Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok
geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun
(herkesin) ve avâmın (halkın) nazarında daha ehemmiyetli
görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o
kardeşlerimizin tâbire ve tevile (açıklamaya) muhtaç fikirlerini
ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş;
hücumlarına vesile olur. Çünkü, birinci vazifenin hakikatini
ve kıymetini göremiyorlar; öteki cihetlere hamlederler (atılırlar).
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 9)

Hâmisen: Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka
(inançsızlık) ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyunluğa
(maddeciliğe) karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var. O da
Kur'ân'ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin'i az bir
zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye (insanlara
gelen belâ ve musîbetler), siyasî, maddî kuvvetlerle susmaz.
Yalnız onu susturan hakikat-i Kur'âniye (Kuran'ın hakikatleri)
dir.

Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir (Kadir gecesi) meselesi,
şimdi hem Amerika, hem Avrupa'da eseri (izi) görülüyor.
Onun için, ŞİMDİKİ BU HÜKÛMETİMİZİN HAKİKİ (ASIL)
KUVVETİ, HAKAİK-İ KUR'ÂNİYEYE (KURAN'IN GERÇEKLERİNE)
DAYANMAK VE HİZMET ETMEKTİR. BUNUNLA,
İHTİYAT (YEDEK) KUVVETİ OLAN ÜÇ YÜZ ELLİ
MİLYON UHUVVET-İ İSLÂMİYE (İSLAM KARDEŞLİĞİ)
İLE İTTİHAD-I İSLÂM (İSLAM BİRLİĞİ) DAİRESİNDE
KARDEŞLERİ KAZANIR. ESKİDEN HIRISTİYAN
DEVLETLERİ BU İTTİHAD-I İSLÂMA (İSLAM BİRLİĞİ-
NE) TARAFTAR DEĞİLDİLER. FAKAT ŞİMDİ KOMÜ-
NİSTLİK VE ANARŞİSTLİK ÇIKTIĞI İÇİN, HEM AMERİ-
KA, HEM AVRUPA DEVLETLERİ KUR'ÂN'A VE İTTİ-
HAD-I İSLÂMA (İSLAM BİRLİĞİNE) TARAFTAR OLMAYA
MECBURDURLAR...
Kardeşiniz Said Nursî
(Emirdağ Lâhikası, s. 297)


ÜSTAD; BEN MEKKE-İ MÜKERREME'DE OLSAYDIM,
MEDİNE-İ MÜKERREME'DE OLSAYDIM, TÜRKİYE'YE
GELİRDİM. ALEM-İ İSLAM'IN KAPISI, KİLİDİ TÜRKİYE'DİR.
BU KAPI AÇILACAK, ALEM-İ İSLAM
AÇILACAK."

1 MAYIS 2010 ÜLKE TV

AÇIK DENİZ PROGRAMI'NDAN

Sunucu: Bediüzzaman Hazretleri'nin huzuruna ilk ne zaman
gittiniz?

Said (Özdemir) Abi: 1953. Bizim Bediüzzaman
Hazretleri'ne gidişimiz biraz enteresan oldu. Ben 25-26 yaşlarındayken
Diyanette memurdum. Orada bir zat geldi ve harika
şeyler anlatıyor. "Ben Peygamberimizi görüyorum. Bana
diyorlar ki: Sen ileride Mehdi olacaksın." Öyle şeyler anlatıyor
ki Peygamber Efendimiz'den sonra gelen Peygamberlerin
hayat hikâyeleri gibi benim gözümün önüne getiriyorlar." Ve
onları anlatıyor. Biz de o zaman gençlik sahikasıyla dedik mi
madem bu ileride Mehdi olacak. Biz de o zaman onunla arkadaş
olalım dedik. Ve arkadaş olduk. 2 sene beraber gezdik. 2 seneden
sonra Kendisi Yüksek Mühendisti, Konya'da bir iş aldı
oraya gitti. Bende Diyanetten izin aldım, oraya gittim. Kalbime
bir şüphe geldi. Hakikaten bu zat Mehdi olacak mı? Ve 3'ler
7'ler mezarlıkları var, gidiyorum oraya. Diyorum ki : "Yarabbi
bana hakikati bildir. Hakikaten bu zat Mehdi olacak mı?"
Aklıma geldi ki: "Ben bu zatı Bediüzzaman Hazretlerine götürsem,
bu zatın Mehdi olup olmayacağını anlar. O zaman neden
bunu esinlendim. Bizim köye gelmiş. Bizim Siirt'in Tillo
köyünde. Bediüzzaman Hazretleri orada 3 ay kalmışlar...
Orada biz bütün köylü, O'nun hatıraları ile büyüdük. Onun
için O'na karşı bir güven var. Ben götürürsem bunun ileride
Mehdi olup-olmayacağını anlar diyorum. Çünkü Peygamber
Efendimiz'in hadisi şeriflerinde var. Hadislerde çok büyük hizmetler
göreceğine dair bazı rivayetler var. Nihayet bir gün dedim
ki: Bediüzzaman Hazretleri diye bir zat var. Gidip O'nu ziyaret
edelim dedim. Olur dedi. Peder hayattaydı. Onunla bir
telgraf çektik. Üçümüz bir arabaya bindik, Isparta'ya geldik.
Dedik ki biraz geç olmuştur ama Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret
edelim. Bizim Mehdi kapıyı çaldı. Sungur Abi çıktı.
Sungur Abi'ye "Ben Mehdiyim, Peygamberimiz'den selamlar,
görüşmek istiyorum. O da biraz düşündü. "Kardeşim Üstad
yatmış, yarın." Kapıyı kapattı. Bizim ki biraz kızdı. "Olur mu
ben buraya kadar gelmişim. Tekrar kapıyı çaldı. Bu sefer rahmetli
Bayram çıktı. "Kardeşim ben Mehdi'yim.
Peygamberimiz'den selam var. Görüşmek istiyorum. O da dedi
ki: "Kardeşim pencereye bak, pencerede ışık sönmüş, yatmış,
uyandıramayız." O da kapıyı kapayınca bizimki kızdı. "Bir daha
gelmem" dedi. Dedim ki "bir otele gidelim". Nihayetinde bir
otele gittik. Yattık. Baktık ki sabah namazında bizim otel kapısı
açıldı. Bediüzzaman Hazretlerine hizmet eden Ceylan geldi.
Ceylan Çalışkan. Dedi ki: "Bediüzzaman Hazretleri beni gönderdi.
Yalnız onlar 3 kişiymiş. Bana 2 kişi getireceksin. 3 kişi getirmeyeceksin."
demiş. "Kimi götüreyim?" Biz pederle birbirimize
baktık. O dedi ki, "ben zaten gelmeyecektim", biz pederle,
baba-oğul beraber ‘ın huzuruna çıktık. Elini öptüm, oturdum.
Bana dedi ki: "Nerelisin?". "Efendim Siirt'in Tillo köyündenim.
"Bak" dedi. Tam 70 sene evvel sizin köydeydim. Oradan
bana bir yardımcı çıkması için Cenab-ı Hakka dua etmiştim.
Demek ki Cenab-ı Hak seni gönderdi" dedi. Dedim ki.
"Cenab-ı Hak layık kılsın."

(…) ÜSTADIM BEN BU MEMLEKETTEN GİDECEĞİM
DEDİM.
"NEREYE GİDECEKSİN?" DEDİ.
"HİCAZ'A. YA MEKKE-İ MÜKKERREME'YE YA MEDİNE-
İ MÜKERREME'YE."
"NİYE GİDİYORSUN?" DEDİ.
"EFENDİM" DEDİM "BURASI GİTTİKÇE BOZULUYOR.
PAVYONLAR, GAZİNOLAR ÇOĞALDI. VE ÇOCUKLAR
BOZULUR" DEDİM.
"BAK KARDEŞİM" DEDİ.
"BEN MEKKE-İ MÜKERREME'DE OLSAYDIM, MEDİ-
NE-İ MÜKERREME'DE OLSAYDIM, TÜRKİYE'YE GELİRDİM"
DEDİ.
"NEDEN?" DEDİM.
"ALEM-İ İSLAM'IN KAPISI, KİLİDİ TÜRKİYE'DİR. BU
KAPI AÇILACAK, ALEM-İ İSLAM AÇILACAK."

BAKIN BUNU 56 SENE EVVEL SÖYLEDİ, bakın bugün
elhamdülillah kapılar açıldı, Japonya'da eserler okunuyor.
Malezya, Endonezya, Pakistan ve Filipinler'e kadar. Ve kapılar
açıldı. Bugün dünyanın her yerinde elhamdülillah eserleri okunuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder