21 Haziran 2012 Perşembe

Hz. Mehdi (a.s.), ateşin en alçak tabakasında yer alacakları bildirilen münafıklar ile mücadele edecektir.


O (Hz. Mehdi (a.s.) bir süre onlardan uzaklaşacak, böylece dalalet ehli ayrılacaktır. Öyle ki cahil şöyle diyecek: Allah’a ulaşmak konusunda al-i Muhammed’e (Peygamberimiz (s.a.v.)’in soyundan birine)) ihtiyaç yoktur.”

(Gaybet-i Numani, sf. 161)


Allah insanlık tarihi boyunca her kavme, hak dini, güzel ahlakı, ahiretin varlığını, dünya hayatının geçiciliğini anlatacak peygamberler ve elçiler göndermiştir. Allah bu elçileri vesile ederek insanları hidayete ve hak dine davet etmiştir.

Hz. Mehdi (a.s.)’de Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından Hicri 1400’de geleceği müjdelenmiş olan insanların hidayetine vesile olacak bir elçidir. Allah, Hz. Mehdi (a.s.)’nin eliyle deccaliyet sistemini; Darwinizm, materyalizm, komünizm, faşizm gibi insanlara acı, huzursuzluk ve savaş getiren, tüm dünyayı kana ve gözyaşına boğan bu şeytani sistemleri fikren etkisiz hale getirecektir. Hz. Mehdi (a.s.) döneminde insanlar Allah’a iman edecek, Kuran ahlakını benimseyecek, Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetine uygun yaşayacak, barış, kardeşlik, birlik ve huzur içinde olacaklardır.

Ancak bu ortamın öncesinde Hz. Mehdi (a.s.); bir süre talebeleriyle birlikte gözlerden uzak bir yaşam sürecektir. Bu süreçte, talebeleri arasında kendini Müslüman gibi gösteren ancak gerçekte iman etmeyen münafıklar çıkacak bunlardan bazıları Hz. Mehdi (a.s.)’nin yanından; “Allah’a iman etmek için Peygamber (s.a.v.) soyundan bir kişiye ihtiyacımız yok,...” türünde misaller vererek ayrılacaklardır. Tarih boyunca Allah’ın peygamberlerinin, elçilerin, müceddidlerin, müçtehidlerin, büyük alimlerin, mürşitlerin inkarcılar tarafından kabullenilmemesi gibi talebeleri arasından çıkan bazı münafıklar da Hz. Mehdi (a.s.)’yi kabullenmek istemeyeceklerdir:

Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden öncekiler de yalanlandı; ... (Fatır Suresi, 25)

Oysa ki, din ahlakından uzaklaşıldığı, kötülüğün, şiddetin, adaletsizliğin ve ahlaksızlığın arttığı zamanlarda Allah; toplumlara hak dini anlatacak, onları haram eylemlerden sakındıracak ve iyiliği emredecek peygamberler, elçiler, müceddidler, mürşitler, hidayet önderleri göndererek insanları din ahlakına davet etmiştir.

Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır. (Araf Suresi, 35)

Ahir zamanda; fitnenin, kötülüğün iyice arttığı, haramların helal, helallerin haram sayıldığı böyle bir dönemde de Allah, Hz. Mehdi (a.s.)’yi ahir zamanın en büyük müceddidi (yenileyen, her yüz yıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim), hakimi, mürşidi ve kutb-u azamı olarak gönderecektir.

Üstad Said Nursi Hazretleri, Hz. Mehdi (a.s.)’nin ahir zamanın büyük fesadı zamanında gönderileceğini Mektubat’ında şöyle bildirmiştir:

“Cenab-ı Hak; ... ahirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid (ihtiyaç olduğunda âyet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslâm alimleri ve önderleri), hem hakim, hem Mehdî, hem mürşid, hem kutb-u a'zam (zamanın en büyük dini lideri) olarak bir zat-ı nuranîyi (nurlu bir şahsı) gönderecek ve o zat da, Ehl-i Beyt-i Nebevîden Hz. Peygamber (s.a.v.)’in soyundan) olacaktır.” (Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Msektup | sf.49)

Hz. Mehdi (a.s.) insanlar arasında Kuran-ı Kerim ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetiyle hükmedecektir. Münafıklar ve Allah’ı inkar edenler ne kadar engellemeye çalışsalar da Hz. Mehdi (a.s.) Allah’ın izniyle görevini en güzel şekilde yerine getirecektir.

Hadiste ayrıca “al-i Muhammed” ifadesiyle, Hz. Mehdi (a.s.)’nin Peygamberimiz (s.a.v.)’in soyundan olduğuna da bir keze daha dikkat çekilmiştir.

Hz. Mehdi (a.s.)'nin görev süresi çeşitli dönemlerden oluşmaktadır.

Hz. Mehdi (a.s.), Allah’ın izniyle 35-40 yaşları arasında vazifeye başlayacaktır. Kendisi 40 yaşlarında zuhur ettiğinde halk tarafından onun Hz. Mehdi (a.s.) olduğu bilinmeyecek ancak zamanla bu anlaşılacaktır.

Bazı kişilerin iddia ettikleri gibi; Hz. Mehdi (a.s.) zuhur eder etmez anlaşılacak uhrevi özelliklere sahip; atom bombasının, tankların, topların bile etki etmediği, başının üstünde aleni görünür şekilde bulut üzerinde melekler görünen bir kişi olmayacaktır. Meleklerin görünmesi, ancak melekler aleminde gerçekleşen, meleklerin göreceği bir olay olacaktır. (Doğrusunu Allah bilir.) Ancak Peygamberimiz (s.a.v.)’in sahih hadislerinde böyle bir Mehdi tanımı kesinlikle yoktur. Allah’ın adetullahında, yaratılan her insan imtihan olmaktadır. Bu tür uhrevi özelliklere sahip hiçbir peygamber yeryüzüne gelmemiştir.

Hz. Mehdi (a.s.), Allah’ın meydana getirip onu vesile kılacağı çok sayıdaki başarısıyla insanlar tarafından tanınacaktır. İslam ahlakının dünyaya hakim olmasına Allah onu vesile edecek ve insanlara Hz. Mehdi (a.s.)’yi tanıtacaktır. Ancak asıl Hz. İsa (a.s.)’ın; onun imamlığında, arkasında namaz kılmasıyla kendisinin Hz. Mehdi (a.s.) olduğu anlaşılacak, “Allahualem bu kişi Hz. Mehdi (a.s.)’dır” denecektir.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in ahirzamanla ilgili hadislerinde geçen; "Hz. Mehdi (a.s.) 14 sene yaşayacak", "Hz. Mehdi (a.s.)'nin hayatı 30 senedir" ve "Hz. Mehdi (a.s.) dünyada 40 yıl kalacaktır ..." şeklindeki ifadeler, Hz. Mehdi (as)'nin hayatının, fikri mücadelesinin ve Kuran ahlakına dayalı manevi hükümranlık süresinin çeşitli dönemlerine işaret etmektedir.

Hadislerde Hz. Mehdi (a.s.) ile ilgili çok detaylı bilgiler verilmiş ve bu mübarek ahirzaman şahsının hayatının önemli dönemlerine dikkat çekilmiştir. Örneğin hadislerde Hz. Mehdi’nin ortaya çıkmadan önce çok büyük zulümlere uğrayacağı, saldırı ve iftiralara maruz kalacağı tarif edilmektedir. Hapis dönemleri, tutuklanmalar, baskılar Hz. Mehdi’nin hayatının çok önemli bir dönemini oluşturacaktır. Hz. Mehdi gibi talebeleri de dönemin inkarcılarından çok şiddetli eziyetler görecek, çok şiddetli denemelerden geçirileceklerdir. Hz. Mehdi ve talebelerinin inkar edenlerle, ahir zamanın münafıklarıyla, bazı Fıkıh alimleriyle ve ahir zaman deccaliyle yapacağı fikri mücadele de bu zaman aralıklarından biridir. Hz. Mehdi’nin talebelerinin sayısının 313 olduğu da hadislerde bildirilmektedir. Bu sayı düşünülürse bu kadar kişinin Hz. Mehdi’nin çevresinde birleşmelerinin, eğitilmelerinin, imani yönden olgunlaşmalarının da belli bir zaman alacağı daha iyi anlaşılır. Tüm bu olay ve gelişmeler, Hz. Mehdi’nin ortaya çıkmasından ve iktidar sahibi olmasından önce uzun bir dönem geçeceği ve bu dönemin belli evreleri olacağını göstermektedir.

Yine hadislerden Hz. Mehdi’nin tüm milletlere hakim olmasının da uzun bir dönem alacağı anlaşılmaktadır. İslam alimlerinin de belirttikleri üzere, ülkelerin Hz. Mehdi (a.s.) tarafından birbiri ardına manen ve fikren fethedilmesi belli bir zaman alacaktır.

Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez gelişinin ardından yaşanacaklar, Deccal ile yapılacak olan fikri mücadele, İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olmasının ardından yaşanacak olan Asr-ı Saadet dönemi hadislerde farklı zaman aralıkları olarak ve çok detaylı ifade edilmiştir.

Hz. Mehdi’nin görev süresindeki bu dönemler Peygamberimiz (s.a.v.)’den şu şekilde rivayet edilmiştir:

Resulullah (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Benim ümmetimin içinde Hz. Mehdi (a.s.) çıkacak, 5 VEYA 9 YIL (HÜKÜM SÜREREK)yaşayacaktır. Bir adam ona gelecek ve: Ey Mehdi (a.s)! Bana (mal) ver diyecek. O da onun elbisesini yayıp, içine taşıyabileceği kadar mal dolduracaktır."

(Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar")

"...Malı bölecek ve insanlara peygamberlerinin sünnetiyle davranacakİslam'ı aradaki komşu diyarlara bildirecek, 7 YIL KALACAK sonra vefat edecek ve Müslümanlar namazını kılacaklar."

(Ali b. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi "Risaletül Meşreb elverdi fi mezhebil Mehdi")

Ebu Abdullah Hüseyin b. Ali'den rivayet göre;
Hz. Mehdi (a.s.) 19 YIL hüküm sürecektir.

(Ukayli "En-Necmu's-sakıb fi Beyanı Enne'l Mehdi min Evladı Ali b. Ebi Talib Ale't-Temam ve'l kamal")

Taberani ve Ebu Nuaym'ın, Ebu Said El-Hudri (RA)dan rivayetlerine göre; Resulullah şöyle buyurmuştur: "Benim Ehl-i Beyt'imden bir adam çıkacaktır. O, benim sünnetimi anlatacaktır. Allah (c.c.) onu hürmetine gökyüzünden yağmur indirecektir. Yeryüzü (Allah (c.c.)ın emri ile) bereketini dışarı çıkaracaktır. O, daha önce zulüm ve haksızlıkla doldurulmuş olan dünyayı hak ve adeletle dolduracaktır.BU SÜNNETİ 7 YIL YAPACAKTIR."

(Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar)

Hz. Ali'den rivayete göre; Hz. Mehdi (a.s.), bütün bit'adları yok edecek ve bütün sünnetleri de ikame edecektir. Konstantiniyye'yi, Çin'i, Deylem Dağı'nı fethedecektir. HZ. MEHDİ (A.S.) BU HAL ÜZERE 7 YIL KALACAKTIR. Onun her senesi, sizin on seneniz gibidir.

(Ukayli "En-Necmu's-sakıb fi Beyanı Enne'l Mehdi min Evladı Ali b. Ebi Talib Ale't-Temam ve'l kamal")

Darakutni ve Taberani'nin, Ebu Hureyre (RA)dan rivayetlerine göre;
Resulullah (SAV) şöyle buyurmuştur: "Benim ümmetimin içinde Hz. Mehdi (a.s.) olacaktır. HER NE KADAR 7 VEYA 8, YAHUT DA 9 YILDAN AZ OLSA BİLE, daha önce benzeri olmayan bir şekilde ümmetimden günahsız ve günahkar olan herkes onun devrinde nimetlendirilecektir."

(Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar")

Nuaym'ın, Zühri'den rivayetine göre;
Hz. Mehdi (a.s.) 14 SENE yaşayacak, sonra normal bir şekilde ölecektir.

(Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar")

Yine Nuaym'ın Bukye b. Velit'den rivayetine göre; 
HZ. Mehdi (A.S.)'nin HAYATI 30 SENEDİR. (Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar")
"Yine Nuaym'ın, Dinar b. Dinar'dan rivayetine göre; HZ. Mehdi (A.S.) DÜNYADA 40 YIL KALACAKTIR.

(Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar")

17. yüzyılın Büyük İslam alimi, müceddid Medineli Allame Muhammed b. Resul el-Hüseyni el-Berzenci “Kıyamet Alametleri” isimli çok önemli eserinde Hz. Mehdi’nin hakimiyet süresi ile ilgili çok önemli bir hususa dikkat çekmekte ve İbni Hacer’in El-Kavlül Muhtasar isimli eserini kaynak olarak göstererek, “Bu rivayetlerin hepsi zuhuru ve gücü itibariyle doğrudur” demektedir. YaniHADİSLERDE BELİRTİLEN FARKLI TARİHLERİN HEPSİ DOĞRUDUR VE BU TARİHLER ALLAH’IN İZNİYLE ÇOK UZUN BİR ÖMÜR SÜRECEK OLAN HZ. MEHDİ’NİN HAYATININ FARKLI DÖNEMLERİNİ İŞARET ETMEKTEDİR.

Muhammed b. Resul el-Hüseyni el-Berzenci şu önemli açıklamalarda bulunmaktadır:

Birincisi, Peygamber (sav) Ümmetini bilhassa Ehli Beytini bir çok şeyle müjdelemiştir. Onların her türlü zulüm ve işkencelerinden kurtarılacaklarını anlatmıştır. Bu da ancak uzun bir müddet yapılacak olan adalete bağlıdır. Yedi ve dokuz sene gibi kısa bir süre ise buna kâfi değildir.

İkincisi, Mehdî tıpkı Zülkarneyn ile Süleyman gibi bütün dünyaya hükmedecek. Diğer ülkelerde Mescitler, binalar kuracak, dokuz sene gibi az bir müddet yapacak olduğu fikri mücadeleye ve diğer işlere yetmez.

Üçüncüsü, onun zamanında ömürler uzayacak. Ömürlerin uzaması, onun da uzun ömürlü olmasını gerektirir... Aksi halde ömürlerin uzamasının bir anlamı kalmaz.

Dördüncüsü, O, Rumlarla dokuz senelik bir barış andlaşması yapacak; buna göre Konstantiniye’de yedi sene ikâmet edecek. Oraya iki kere gidişi ve dönüşü tabii ki yıllar alacaktır. Süfyanî ile yapacağı fikri mücadele de öyle. Çünkü yukarıda da arz ettiğimiz gibi, Süfyanî kendisine biat ettikten üç sene sonra andlaşmayı bozacak ve bu yüzden onunla fikren mücadele etmek zorunda kalacaktır.

Hindi ve diğer ülkeleri feth etmesi de muhakkak ki yıllara malolacaktır. Nitekim bütün bu anlattıklarımız, muhtelif rivayetlerde varid olmuştur.

Bütün bu işler, hükümranlığı süresinin dokuz yıldan fazla olduğunu göstermektedir Öyleyse, YEDİ SENE İLE TAHDİD (EDİLMESİ (SINIRLANDIRILMASI), BÜTÜN ÜLKELERE TAM MÂNASİYLE YEDİ SENE HÂKİM OLMASI İTİBARİYLEDİR, ONDOKUZ YIL İLE TAHDİDİ (SINIRLANDIRILMASI), SÜFYANÎ İLE FİKRİ MÜCADELE YAPMASI, ONU FİKREN MAHLUP EDİP, ÜLKELERE (MANEN VE FİKREN) HÂKİM OLMASI VE BÜTÜN İNSANLARIN EMRİNİN ALTINA GİRMESİ İTİBARİYLEDİR... (yani bu zamanda geçen süre itibariyledir ki, bu da ondokuz seneyi içine alır...)

Yukarda arz etmiştik: O, Rumlarla dokuz sene barış yapacak, onlarla fikri mücadele yapması ve duruma hâkim olması, takriben on sene sürer, Şam’a girmesi, Süfyanî’nin ona biat etmesi, üç sene sonra biat’dan vaz geçmesi, bu yüzden onunla fikri bir mücadele yapması ve dolayısıyla bu aradan bir sürü senelerin geçmesi tahminen yirmi dört yılı bulur... Mekke’ye girmesi, orada Mekke Emrinin düşünce sistemini çökertmesi, dolayısıyla bütün Hicaz ülkelerine manen ve fikren hâkim olması da aşağı yukarı kırk seneyi bulur.. Sonra bütün ülkelere manen ve fikren hâkim olması, Horosanlı Haşimî’nin zuhur etmesi ... de az vakit almaz!.. Kaldı ki dokuz veya aşağı bir zaman hâkim olması, İsa’nın (A.S.) nüzulundan sonra olması da muhtemeldir...

(Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed b. Resul el-Hüseyni el-Berzenci, Pamuk Yayıncılık, 185, 186)

Hz. Mehdi (a.s) kendisine yardımcı olan melekten habersiz olacak


(Hz. Mehdi (a.s.)) Peygamberimiz (sav)’in adımlarını izleyecek. Kendisine görünmeden ona yardımcı olan bir melek olacak. Bitkini canlandıracak ve zayıfa yardımcı olacak.

(Şeyh Muhiddin Arabi, Fütuhatül Makiyye, Bölüm 366)

Hz. Mehdi (a.s.) Peygamberimiz (sav)’in sünnetine tam uygun hareket edecek. Hz. Mehdi (a.s.)'ye Mikail, Cebrail ve diğer melekler yardımcı olacak. Hadiste Hz. Mehdi (a.s.)'nin kendisine yardımcı olacak melekten haberdar olmayacağına dikkat çekilmiştir. Samimi gözle bakan bir insan Allah’ın yardımını Hz. Mehdi (a.s.)'nin üzerinde hissedecek fakat aklın ihtiyarını kaldıran bir olayla karşılaşmayacaktır. Bu melekten yalnızca melekler alemi haberdar olacaktır.

Melekler insanlara görünmeyeceklerdir. Melekler, Hz. Mehdi (a.s.)'ye görünmeden yardım edecekler, insanların kalbine Allah'ın dilemesiyle, 'Bu kişi Hz. Mehdi (a.s.)'dir' diye ilham edeceklerdir. Bazı kişilerin dediği gibi gökten melekler insanlara görünecek şekilde "Bu Hz. Mehdi (a.s.)'dir. Ona uyun" dese, ayrıca buluttan bir el çıksa ve Hz. Mehdi (a.s.)'yi göstererek ona biat edilmesini işaret etse ve milyonlarca insan bu duruma şahit olsa, bütün bu açık ve kesin delillere rağmen Hz. Mehdi (a.s.) yine de Mehdiliğini kabul etmezse, meleklerin hiç birinin sözüne inanmıyor anlamı çıkar. Bu da olacak bir şey değildir. Meleklerin açık ve aleni konuşmaları kendi aralarında olacaktır.

Hadiste ayrıca Hz. Mehdi (a.s.)'nin insanlarda genel olarak bulunan bitkinliği kaldırıp, şevklerini artıracağından ve zayıf kimselere yardımcı olacağından bahsedilmektedir.

Hz. Mehdi (a.s.), 1979 yılında meydana gelen Independenta gemi infilakı sırasında İstanbul'a gelmiştir

Hüseyin b. Ali (RA) dan şöyle rivayet olunmuştur:
"GÖKYÜZÜNDE DOĞU CİHETİNDEN, GECEYİ AYDINLATAN BÜYÜK BİR ATEŞ GÖRDÜĞÜNÜZ VAKİT, İŞTE O AN, HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN GELİŞ VAKTİDİR."

Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar

Hadiste Peygamberimiz (s.a.v.)’in bildirdiği bu büyük patlama ve ardından ortaya çıkan büyük ateş 1979 yılında yani Hicri 1400’de Kadıköy açıklarında meydana gelen İndependenta adlı petrol yüklü tankerin infilakını haber vermektedir. Peygamberimiz (s.a.v.), İstanbul’da meydana gelen bu büyük olay anının Hz. Mehdi (a.s.)’nin İstanbul’a geliş vakti olduğunu; “... İŞTE O AN, HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN GELİŞ VAKTİDİR." ifadesiyle açık bir şekilde bildirmiştir.

Ayrıca son 1000 yılın en büyük müceddidi olan Üstad Said Nursi Hazretleri’nin külliyatında da, Hz. Mehdi (a.s.)’nin Hicri 1400, Miladi 1979 yılında zuhur edeceği;

“İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ…”

(Sözler, s. 318)

Hz. Mehdi (a.s.) İstanbul'u manen fethedecektir

Uzak yerlerdeki talebeleri Hz. Mehdi (a.s.)'ye biat edecek. Zulümü ve zalimleri fikren etkisiz hale getirecek, ülkeler düzelecek, CENAB-I HAK KENDİSİNE İSTANBUL'U (MANEN) FETHETTİRECEKTİR."

Ukayli "En-Necmu's-sakıb fi Beyanı Enne'l Mehdi min Evladı Ali b. Ebi Talib Ale't-Temam ve'l kamal

Resullah (SAV) şöyle buyurmuştur:
"Ehli Beytimden bir adam Hz. Mehdi (a.s.), (dünyaya) sahip oluncaya kadar kıyamet kopmaz.
O (HZ. MEHDİ (A.S.)), İSTANBUL'U VE CEBEL'İ (dağı- İstanbul’un 7 Tepe’sini) (MANEN) FETHEDECEKTİR"

Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi'si "Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar

Hz. Mehdi (a.s.) zuhur ettiğinde uzak yerlerde hatta uzak ülkelerde yaşayan müslümanlar bile ona sevgi ve bağlılıklarını ifade edeceklerdir. Hadiste Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Mehdi (a.s.)’nin İstanbul’u ve dağı manen fethedeceğini bildirmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) hadiste geçen cebel yani dağ ifadesiyle İstanbul’un 7 tepesine dikkat çekmiştir. Bilindiği gibi İstanbul’un en büyük özelliklerinden biri de 7 tepe üzerine kurulu olmasıdır. “7 tepe”tanımlaması insanların aklına hemen İstanbul’u getiren çok ünlü bir tanımdır.

Allah Hz. İbrahim (a.s.)'i olduğu gibi Hz. Mehdi (a.s.)'yi de inkarcıların bütün tuzaklarından emin bir şekilde güvenliğe çıkaracaktır

Peygamber İbrahim (a.s.) gibi İmam Mehdi (a.s.) de ALEVLENEN ATEŞTEN GÜVENLİ VE EMİN OLARAK çıkacaktır.

Mikyaal al-Makaarem, Cilt 1, Sayfa 181

Bütün peygamberler, samimi Müslümanlar dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak ve Allah’a olan sevgilerine, sadakatlerine, imani derinliklerine kendi kendilerinin şahit olmaları için inkarcıların baskılarına, zorluklara ve çileye maruz kalmışlardır. Hz. Nuh (a.s.)’un, Hz. Musa (a.s.)’nın, Hz. Yusuf (a.s.)’un, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ve diğer peygamberlerin hayatlarına baktığımızda Allah yolunda inkar edenlerin tuzaklarıyla, iftiralarıyla, suçlamalarıyla, öldürülme ve sürgün edilme tehditleriyle karşı karşıya kaldıkları görülmektedir. Bu Allah’ın Kendisi’ne gönülden katıksızca iman eden, tevekkül eden samimi Müslümanlarla samimiyetsiz, kalbinde hastalık bulunan zayıf imanlı, münafık karakterli insanları birbirinden ayırmak için yarattığı imtihanın bir sırrıdır.

Allah Kendisi’ni aşkla seven ve sadece Allah’ın rızasını kazanabilmek için yaşayan kişilere “... gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 5-6)” ayetlerine uygun olarak hep kolaylık yaratmakta, içinde bulundukları her zorlukta onlara yardım ederek, onlara olan sevgisini, korumasını, rahmetini her an hissettirmektedir.

Örneğin Hz. İbrahim (a.s.) içinde bulunduğu toplumu sapkın inançlarından kurtarmak istediği ve onları Allah’ın dinine, güzel ahlaka davet ettiği için kavminin yoğun baskısıyla karşılaşmıştır. Hatta kavminin düşmanlığı öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, Hz, İbrahim (a.s.)’i ateşe atıp onu yakmaya yeltenmişlerdir. Ancak Allah “Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol.” (Enbiya Suresi, 69) diye emrederek Hz. İbrahim (a.s.)’i kavminin bu acımasız tuzağından kurtarmıştır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu hadisinde “Peygamber İbrahim (a.s.) gibi Hz. Mehdi (a.s.) de ALEVLENEN ATEŞTEN GÜVENLİ VE EMİN OLARAK çıkacaktır” diye bir benzetme yaparak Hz. Mehdi (a.s.)’nin de Hz. İbrahim (a.s.)’de olduğu gibi kendisine kurulan EN TEHLİKELİ TUZAKLARDAN, YÖNELTİLEN EN AĞIR SUÇLAMALARDAN, İFTİRALARDAN VE KÖTÜLÜKLERDEN ALLAH’IN YARDIMIYLA EMİN BİR ŞEKİLDE GÜVENLİĞE ÇIKACAĞINI bildirmiştir.

Hz. Mehdi (a.s.) en samimi anlatımla İslam ahlakını tebliğ edecek

Hz. Mehdi (a.s.)’nin tebliğ yöntemi insanların kalplerinin derinliklerine işleyen ve Allah’a en samimi kalple yönelten türden olacak. Dinden uzaklaşmış olanlar ibadetlerine, tatminkarlığa ve güvenliğe geri dönecekler.

(İkdud Durar, sayfa.156, Bihar- ül Envar, Cilt 53, Sayfa: 36 ve 280)

Hadiste, Hz. Mehdi (a.s.)'nin İslam ahlakını anlatırken son derece samimi bir yöntem kullanacağı anlatılmıştır. Allah Hz. Mehdi (a.s.)'nin samimiyetini de vesile ederek “Hadi” sıfatıyla tecelli edecek ve insanları hidayete erdirecektir. Hz. Mehdi (a.s.)'nin devrinde insanlar halis bir kalple Allah’a iman edecekler ve imanı zayıflamış kişilerin de yeniden imanları güçlenecektir. Hz. Mehdi (a.s.)'nin İslam ahlakını anlatım şeklindeki samimiyetin özellikle dikkat çekmesinin nedenlerinden biri de, Hz. Mehdi (a.s.)'nin yaşadığı dönemde insanların genel olarak samimiyetten uzak bir tavır içinde olmalarıdır. Hadiste ayrıca iman eden kişilerin kalplerinin tatmin olacağına ve güvenlik ortamının oluşacağına da dikkat çekilmiştir.

Hz. Davud (a.s.)'un sakınmasına, Hz. Eyüp (a.s.)'ün sabrına sahip olan Hz. Mehdi (a.s.)'nin ahlakı peygamber efendimiz (s.a.v.)'in ahlakıdır

İMAM MEHDİ (HZ. MEHDİ) (A.S.)’NİN AHLAKI ALLAH’IN RESULÜ (S.A.V.)’İN AHLAKIDIR. Herşeye Kadir olan Allah, Allah’ın Elçisinin ahlakını “Üstün ahlak” olarak işaret etmiştir.

Kalem Suresi : 4.Ayet ; Mikyaal al-Makaarem, Cilt 1, Sayfa 84; E'qd al-Dorar, Sayfa. 31; A'laam al-Waraa, Sayfa 291; Muntakhab al-Asar, Sayfa 183 Al-Malaahem wa-al-Fetan’dan aktarıyor.

İmam Mehdi Hz. Mehdi (a.s.), DAVUT PEYGAMBER (A.S.)’İN SAKINMASINA ve EYÜP PEYGAMBER (A.S.)’İN SABRINA sahiptir.

Kefaayah al-Asar, Sayfa 43

Hz. Mehdi (a.s.) fakirlere karşı çok merhametli ve cömert olacaktır

İmam Mehdi (a.s.) büyük miktarlarda servet dağıtacaktır. FAKİRE VE İHTİYAÇ SAHİBİNE KARŞI ÇOK YUMUŞAKTIR.

Muntakhab al-Asar, Sayfa 311

Hz. Mehdi (a.s.)’nin önemli bir özelliği de bu hadiste bildirildiği gibi ihtiyaç içinde olan fakirlere karşı son derece merhametli olması, onların rahat ve huzurlu yaşayabilmeleri için her türlü sosyal girişimi teşvik ederek onlara imkan sağlaması olacaktır.

Hz. İsa (a.s.) Hz. Mehdi (a.s.)'ye yardımcı olmak, ona bağlılığını dile getirmek ve Hz. Mehdi (a.s.)'nin arkasında namaz kılmak için gökten inecektir

Hz.İsa Peygamber (a.s.) İMAM-I ZAMAN (HZ. MEHDİ (A.S.))’A YARDIMCI OLMAK, ONA BAĞLILIĞINI DİLE GETİRMEK VE ONUN ARDINDA NAMAZ KILMAZ İÇİN gökten inecektir.

Şeyh Sadook, Al-Amaali, Oturum 39, Sayfa181; E'qd al-Dorar, Sayfa 157 ve 230

Hz. Cebrail (a.s.) ve Hz. Mikail (a.s.), Hz. Mehdi (a.s.)'nin yardımcıları olacaktır

HAZRETİ CEBRAİL (A.S) VE HAZRETİ MİKAİL (A.S), KIRK ALTI BİN (46,000) MELEK İmam Mehdi (Hz. Mehdi (a.s))’ninYARDIMCILARI VE YOLDAŞLARI arasında olacaktır.

Şeyh Sadooq’un(a.r.) Al-Amaali, Oturum 92, sayfa 504; No’mani, Al-Ghaibah Sayfa 56; Tafseer al-Ayyaashi, Cilt 1, Sayfa 197; Bihar-ül Envar, Cilt 19, Sayfa 284; Sayfa. 52, Sayfa 326 Kaamil al-Ziyaaraat’tan aktarıyor; Cilt 52, Sayfa 356; Cilt 53, Sayfa 14, 87; Tafseer al-Burhaan, Cilt 1, Sayfa 313; Al -Burhaan Fi Alaamaat-e-Mahdi Aakher al-Zamaan (a.s.), Sayfa 77; Mikyaal al-Makaarem, Cilt 1, Sayfa 29, 73-74

Mehdi (a.s)'nin çıkış zamanı ile ilgili hadisler

Mehdi'nin çıkış zamanı ile ilgili hadisler şunlardır. Bu hadislerden ümmetin ömrünün Hicri 1500'ü geçmeyeceği açıkça görülüyor:

Enes b. Malik 'den O dedi ki Resulullah (s.a.v) buyurdu:
Dünyanın ömrü, ahiret günlerinde yedi gündür. Allah-u Teala buyurdu ki: Rabbin katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir. Kim bir din kardeşinin Allah yolunda bir ihtiyacını görürse, Allah Teala onun için gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçirmişcesine şu dünyanın yedi bin yıllık ömrü müddetince sevap yazar.

(Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 88)

Ahmet İbni Hanbel ilel inde nakletti.
Dünyadan beş bin altı yüz yıl geçmiştir.

(Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir zaman, s. 89)

Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek fakat bin beşyüz (1500) seneyi aşmayacaktır.

(Celaleddin Suyuti'-El-Keşfu Fi Mücazeveti Hazin el-Ümmeti El Elfe Ellezi Dellet Aleyh el-Asar; Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri Pamuk Yayınları, s. 299)

"Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek."

(Suyuti, el-keşfu an mücavezeti hazihil ümmeti el-elfu, el-havi lil fetavi, Suyuti. 2/248, tefsiri ruhul beyan. Bursevi. (arapça) 4/262, Ahmed bin Hanbel, Kitâbu’l-ilel, s. 89)

Abdullah (r.a) dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) buyurdu ki: Ehl-i beytimden ismi ismime mutabık olan bir kişi başa geçecektir...
Dünyanın ancak bir günlük ömrü kalmış olsa, onun başa geçmesi için Cenab-ı Allah O günü behemehal uzatır.

(İmam Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, 4/92)

Hz.Ali 'den rivayet olduğuna göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış ta olsa, Allah (cc) benim Ehl-i beytimden bir zatı gönderecek.

(Ebu Davud, Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

İbn-i Mace ve Ebu Naim, Ebu Hüreyre 'den tahric ettiler, o dedi, Peygamber (s.a.v) buyurdu:
Eğer dünyadan bir gün kalsa, Allah o günü uzatır ve Ehl-i Beytimden birisini Melik kılar.

(Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir zaman, s. 10; Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir zaman, s. 27; İmam Şarani, Tezkiretil Kurtubi, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, İstanbul 1981, s.437)

Dakkak b. Zeyd-ü Cüheni 'den rivayet ettiler.
Ben gördüğüm bir rüyayı Resulüllah (s.a.v.) 'e anlattım. Bu rüyada Peygamber (s.a.v.) yedi basamaklı bir minberin en üst basamağında idi: O buyurdu ki, Yedi basamaklı gördüğün minber şu dünyanın ömrü olan yedi bin senedir. Ben de O 'nun son bininde olacağım.

(Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 89)

Ancak beklenen odur ki; aradan bin sene geçtikten sonra bu saklı devlet tecid edile (yenilene). Ona bir üstünlük verilip suyu bulması, arttırıla... Böylece kemalatin aslı zuhur edip onun zilletini örte.. Ve nisbet-i aliyyenin mürevvici Mehdi gelsin.
Allah ondan razı olsun.

(İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki Serhendi, Mektubat-ı Rabbani, Hakikat Kitabevi, 1/569)

Şeriatın teyit hasletleri, milleti tecdidi bu ikinci bindedir.
Bu davanın doğruluğuna adil şahid: İsa'nın (a.s.) Mehdi'nin (r.a.) bu bin içinde var oluşlarıdır.

(İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki Serhendi, Mektubat-ı Rabbani, Hakikat Kitabevi, 1/611)
Resulullah (s.a.v.)in ümmeti arasından çıkanlar pek kamildirler. Yani Resulullah (s.a.v.)in irtihali üzerinden binsene geçtikten sonra isterse az olsunlar. Onların pek kemalli olmaları şunun içindir ki: Şeriatın takviyesi, pek tamam tekliyle hasıl ola.
Aradan bin sene geçtikten sonra, Mehdi'nin gelişi de bunun içindir. Onun mübarek kudümünü (gelişini), Hatem'ür-rüsül Resulüllüh (s.a.v.) müjdelemiştir. İsa (a.s.) dahi aradan bin sene geçtikten sonra nüzul edecektir.

(İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki Serhendi, Mektubat-ı Rabbani, Hakikat Kitabevi, 1/440)

"... Birinci cümle, binbeşyüz (1500) makamiyle ahir zamanda bir taife-i mücahidinin (din için çalışanların, cihad edenlerin) son zamanlarına; ve ikinci cümle, binbeşyüzaltı(1506) makamile galibane mücahedenin tarihine.... işaret eder.
(...) bu tarihe kadar (1506) zahir ve aşikarane, belki galibane devam edeceğine remze yakın ima eder."

(Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.46)
Zira onun (Hz. Mehdi (a.s.)'nin ) zuhuru, yüz başlarında olacaktır.

(İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki Serhendi, Mektubat-ı Rabbani, Hakikat Kitabevi, )

Bediüzzaman "Ümmetimden bir grup kıyamet kopuncaya kadar hak uğrunda mücadele etmeye devam edecek" (Buhari, İ'tisam:10; Müslim, İman: 247; İbni Mace, Mukaddime: 1; Tirmizi, Fiten: 51)" hadis-i şerifini açıklarken, hadisi aslına ebced hesabına vurmuş, 'Hatta ye'tiyellahu biemrihi = Kıyamet kopuncaya kadar'= 1545, kafirin başında kopacak Kıyamete işaret etmektedir. (Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 23) (Mehdi ve Deccal, Şaban Döğen, Gençlik Yayınları, s. 164) şeklinde belirtmiştir.

Hz. Mehdi (a.s.)'nin ismi

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi (a.s.)'nin isminin Peygamberimiz (sav)'in ismine, Hz. Mehdi (a.s.)'nin babasının adının da Peygamberimiz (sav)'in babasının adına uygun olacağı belirtilmiştir.

Ebu Davud ile Tırmızi’nin İbni Mesut (RA) dan nakil ettiklerine göre, Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Onun ismi ismime, babasının ismi de babamın ismine muvafık olacaktır...”[1]

Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Dünya hayatından sadece bir gün kalmış olsa bile, benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam (Mehdi) gelinceye kadar Allah (c.c.) o günü muhakkak uzatır.” -Ahmed b. Hanbel “Müsned” inde tahric etmiştir.-

Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan rivayete göre;
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Benim Ehl-i Beyt'imden ismi, ismime uygun olan bir adam (Mehdi) bütün Araplar üzerine hakimiyet kuruncuya kadar dünya (yok olup) gitmez.”

Başka bir rivayete göre, şöyle buyurmuştur:
“Dünya hayatından sadece bir gün kalmış olsa bile, benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam (Mehdi’yi)gönderinceye kadar Allah (c.c.) o günü muhakkak uzatır. O, daha önce zulüm ve eziyet ile doldurulmuş olan dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır.” -Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, Beyhaki ve Ebu Amr Ed-Dâni tahric etmişlerdir.-

Yine Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan başka bir rivayete göre şöyle buyurmuştur:

“Benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam(yeryüzünde) hakimiyet kuruncuya kadar dünya (yok olup) gitmez. O, daha önce zulum ve eziyet ile doldurulmuş olan dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır.” -Ebu’l Kasım Taberâni “El- Mu’cemu’s-sagir” eserinde tahric etmiştir. Ayrıca, Tirmizi “ El-Cami” eserinde ve Ebu Davud da “Sünen” adlı eserinde yaklaşık olarak aynı manaya gelen fakat bazı lafızların yerleri değişik şekilde tahric etmişlerdir.
___________________________________
[1] Kıyamet Alametleri, Genişletilmiş 9. baskı, s.159-160)

Hadiste özellikle dikkat çekilen, bu isimlerin birbirlerine “uygun” düşecek olmasıdır. Yani Hz. Mehdi (a.s.) doğrudan “Ahmed ya da Muhammed” babası da “Abdullah” ismiyle beklenmemelidir. (Doğrusunu Allah bilir)

Ahmet Muhammed Hz. Mehdi (a.s.) ismi Allah’ın Ahir Zamanda gelecek şahsa verdiği isimdir. Bu ismi ona Resulullah (sav) bildirmiştir. Yani doğumundan ismi “Ahmet Muhammed Mehdi” olmayacaktır. Bu Allah tarafından ona verilen isimdir. Zaten Peygamberimiz (sav) de hadislerinde “Adı adıma uygun düşer” demektedir, “aynısıdır” dememektedir. Aynı şekilde “Babasının adı da benim babamın adına uygun düşer” demektedir. Burada bir işaret, bir sır vardır.

Ayrıca bu konuda şunu da düşünmek gerekir. Eğer bir insanın ailesi çocuklarının Hz. Mehdi (a.s.) olmasını istemiyorsa, ona başka bir isim koyarak, sözde onun Hz. Mehdi (a.s.) olmasını engellemiş olacaktır. Aynı şekilde çocuğunun adını “Ahmed Muhammed” koyarsa da, bir yönüyle sözde eğer olursa çocuğunun Hz. Mehdi (a.s.) olmasını garantilemiş olacaktır. Böyle bir mantığın geçerli olmayacağı çok açıktır. Allah dilediği kişiyi kaderde seçmiş ve onu, “Ahmet Muhammed Mehdi” olarak adlandırmıştır. Bir kimsenin doğuştan bu isimle adlandırılması ya da adlandırılmaması bu durumu engelleyemeyecektir.

Hz. Mehdi (a.s.) İstanbul'dan çıkacaktır

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi (a.s.)'nin İstanbul’dan çıkacağını gösteren pek çok bilgi verilmiştir. Bir hadiste Hz. Mehdi (a.s.)'nin Türkiye’den çıkacağı ve mücadelesinin sonuna kadar da buradan ayrılmayacağı şöyle bildirilmiştir:

MEHDÎ RUM'DAN, TÜRKLERDEN (çünkü, eskiden Türkiye'ye diyar-ı Rum deniliyordu.) AYRILMAYACAKTIR.
(İş'afü'r-Rağıbîn'den naklen Tılsımlar Mecmuası, Bediüzzaman Said Nursi, s. 212)

HZ. MEHDİ (A.S.) HİLAFET MERKEZİNİN ESKİDEN BULUNDUĞU YERDEN ÇIKACAKTIR

Ahir zamanda gerçekleşeceği haber verilen hadislerin merkez noktasını Hz. Mehdi (a.s.) ve Mehdiyet oluşturmaktadır. Ahir zamandaki önemli olayların çoğu Mehdiyet etrafında gelişir. Bu olayların yerleri hakkında farklı farklı rivayetler mevcuttur ancak Bediüzzaman Said Nursi, bu konuya şu şekilde açıklık getirmiştir:

Şimdi, Hz. Mehdi gibi eşhasın (şahıslar) hakkındaki rivayetin ihtilafatı ve sırrı (Hz. Mehdi (a.s.) gibi zatlar hakkında farklı haberler olmasının sebebi) şudur ki: Ehadisi tefsir edenler (hadisleri açıklayanlar), metn-i ehadisi tefsirlerine ve istinbatlarına tatbik etmişler (hadis metinlerini kendi anlayışlarına ve ufuklarının genişliğine bağlı olarak yorumlamışlardır). Mesela: Merkez-i saltanat o vakit Şam'da veya Medine'de olduğundan (yönetim merkezi o zaman Şam kentinde veya Medine kentinde olduğundan),vukuat-ı Hz. Mehdi'ye veya Süfyaniyye'yi merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kufe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler. (Hz. Mehdi (a.s.) veya Süfyan’la ilgili olayların yönetim merkezi (veya başşehir) civarında olan Basra, Kufe, Şam gibi yerlerde zannederek öyle yorumlamışlar)."

(Sözler, s. 359)

Bir başka sözünde ise Bediüzzaman Said Nursi konuyu şöyle açıklamıştır:

"Merkez-i Hilafet eski zamanda Irak'da, Şam'da ve Medine'de bulunduğundan raviler kendi içtihatlarıyla daimi öyle kalacak gibi mana verip, (Hilafetin merkezi (yönetim veya idari merkez) eskiden Irakta, Şam’da ve Medine’de bulunduğundan, hadislerle ilgili haberleri aktaranlar kendi yorumlamalarıyla sanki hep öyle kalacakmış gibi anlamlandırıp) "Merkez-i Hilafet-i İslamiye" yakınlarında tasvir etmişler, Halep ve Şam demişler (yönetim merkezi yakınlarında olarak kurgulamışlar, Halep ve Şam demişler). Hadisin mücmel haberlerini kendi içtihatlarıyla tavsil etmişler."Hadisteki kısaltılmış öz anlatımı bu şekilde kendi anlayışlarına göre açıklayıp yorumlamışlar.)

(Şualar, s. 492)

Rivayetlerde farklı şehirler geçse de, ahir zaman olaylarının gerçekleştiği yerle ilgili rivayetlerin ortak noktası, bu olayların Peygamberimiz (sav)in iki sancağı, kılıcı ve gömleği ile diğer mukaddes emanetlerinin de bulunduğu Hilafet Merkezi'nde gerçekleştiğidir. Bediüzzaman'ın ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, ahir zaman hadislerini aktaran alimler, ahir zaman olaylarını kendi dönemlerindeki hilafet merkezlerini esas alarak aktarmışlardır. Aynı zamanda Hz. Mehdi (a.s.)’nin çıkacağı yer hakkında, her alim kendi zamanının Hilafet Merkezi olan Irak, Şam, Kufe, Medine gibi şehirleri belirtmiştir. Hz. Mehdi (a.s.)'nin çıkış yeri hakkında rivayetlerin farklı olmasının sebebi de budur. Çünkü hadis aktaran bu ravilerin içtihatları, bilgileri ve görüşleri zamanla çeşitli rivayetlere katılarak (aktarıcılarınınkiyle karışarak) günümüze dek ulaşmıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)’den günümüze kadar Halifelik Merkezinin bulunduğu yer, Şam, Halep, Küfe, Mekke ve en son İstanbul olmak üzere pek çok kez değişmiştir.

Ancak, ahir zaman olaylarının vuku bulduğu yerle ilgili rivayetlerin ortak noktası, bu olayların Hilafet Merkezi'nde gerçekleştiğidir.

Bediüzzaman da bu sonuca varmıştır. Bilindiği gibi, son hilafet merkezi "İstanbul"dur. Halifelik bu yüzyılın başlarında resmi olarak kaldırılmıştır ve o günden bu yana dünya üzerinde başka hiçbir yere de taşınmamıştır. Peygamberimizin iki sancağı, kılıcı ve gömleği ile diğer mukaddes emanetler İstanbul'dadır. Sonuç olarak, halen bu manevi ünvanı koruyan tek şehir İstanbul'dur. Dolayısıyla Hz. Mehdi (a.s.)'nin de buradan çıkması beklenmektedir (doğrusunu Allah bilir).

HZ. MEHDİ (A.S.) BERABERİNDE, İSTANBUL’DA SAKLANAN KUTSAL EMANETLERLE ÇIKACAKTIR
Abdullah b. Surefeden rivayet edildi ki:
Hz. Mehdi (a.s.)'nin beraberinde, süslenmiş bir halde Peygamberimiz (sav)’in bayrağı olacaktır.

(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 65)

Peygamber (sav)’in softan bayrağı ile çıkacaktır. O bayrak dört köşeli olup dikişsizdir ve rengi de siyahtır. Onda bir hicr (hale) bulunur. O, Resulullah (sav)’ın vefatından beri açılmamış olup Hz. Mehdi (a.s.) çıkınca açılacaktır.

(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 23)
HZ. MEHDİ (A.S.) İSTANBUL’U MANEN FETHEDECEKTİR

Hz. İbni Amrdan (r.a.) rivayet edilmiştir: Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: Ey Ümmet! Altı şey vardır ki; onlar olmadan kıyamet kopmaz (altıncısı) medinenin (şehrin)fethi.

-Denildi ki : Hangi medine? (Hangi şehir?)
-Buyurdu ki: Konstantiniyye.
(*) Bu Konstantiniyyenin Hz. Mehdi (a.s.) tarafından yapılacak fethidir.

(Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci,Kıyamet Alametleri, s. 204 - Ramuz-el Ehadis, s. 296)

Doğruyu, yanlışı ayırt eden, aldatmayan, çalmayan ve dinine bağlı emiriniz (Hz. Mehdi (a.s.)) Konstantiniyye'yi (İstanbul’u) fethedecektir.

(Mehdilik ve İmamiye, s. 196)

Dünyada hiçbir zaman kalmayıp ancak tek bir gün kalsa bile o günde benim ailemden bir zatın (Hz. Mehdi (a.s.)'nin ) Deylem dağına (yahut eyaletine) ve Konstantiniyye şehrine (İstanbul’a) sahip olması için Allah (c.c.) muhakkak o günü uzatacaktır.

(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 74 / Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 440)

Hz. Mehdi (a.s.) Konstantiniyye ve Deylem dağını fethedecektir.

(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 27)

Hz. Mehdi (a.s.)'nin yanında bulunacak olan meleklerin görünmesi ancak manevi alemde gerçekleşen ve dolayısıyla sadece meleklerin görebileceği bir olaydır

Hz. Mehdi (a.s.)’nin çok olağanüstü bir insan olacağını ve zuhur eder etmez hemen anlaşılacağını ileri sürmek Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadisleriyle ve Allah (cc)’ın Adetullah’ı ile tamamen çelişen bir iddiadır. Israrla bu iddiada bulunan kimi şahıslara göre Hz. Mehdi (a.s.)’ye güya tank, top, silah hatta atom bombası bile etki etmeyecektir. Ayrıca Hz. Mehdi (a.s.)’nin başının üstünde insanların baktıklarında görecekleri şekilde bulut üstünde melekler bulunacak ve sürekli Hz. Mehdi (a.s.)’yi işaret ederek insanlara tanıtacaktır. Oysa kiPEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) HADİSLERİNDE AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDİSİ’NİN DECCALİYET SİSTEMİNİN BASKILARINA, İŞKENCE VE EZİYETLERİNE MARUZ KALACAĞINDAN, HAPSEDİLECEĞİNDEN, ÖLDÜRÜLME TEHLİKESİ İÇİNDE YAŞAYACAĞINDAN, ELLERİNDEN VE AYAKLARINDAN ZİNCİRE VURULACAĞINDAN, BOYNUNA BAKIR LEVHA ASILARAK ACI VE ZORLUK İÇİNDE BIRAKILACAĞINDAN, TECRİT EDİLECEĞİNDEN bahsetmektedir.

Hz. Mehdi (a.s.)’nin yanında meleklerin bulunacağı ve bu meleklerin kendisine yardım edecekleri Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinden de açıkça anlaşılmaktadır. Melekler insanlara görünmeyeceklerdir. Melekler, Hz. Mehdi (a.s.)'ye görünmeden yardım edecekler, insanların kalbine Allah'ın dilemesiyle, 'Bu kişi Hz. Mehdi (a.s.)'dir' diye ilham edeceklerdir. Bazı kişilerin dediği gibi gökten melekler insanlara görünecek şekilde "Bu Hz. Mehdi (a.s.)'dir. Ona uyun" dese, ayrıca buluttan bir el çıksa ve Hz. Mehdi (a.s.)'yi göstererek ona biat edilmesini işaret etse ve milyonlarca insan bu duruma şahit olsa, bütün bu açık ve kesin delillere rağmen Hz. Mehdi (a.s.) yine de Mehdiliğini kabul etmezse, meleklerin hiç birinin sözüne inanmıyor anlamı çıkar. Bu da olacak bir şey değildir. Meleklerin açık ve aleni konuşmaları kendi aralarında olacaktır.

Hz. Mehdi Mekke’ye gidecek ve burada, kendisi istemediği halde, insanların ‘Eğer kabul etmezsen, senin boynunu vururuz’ şeklindeki zorlamalarından sonra Rükun ve Makam arasında biatlarını kabul edecektir.
(El-kavlu’l muhatasar fi alamet-il mehdiyy-il muntazar, s.32)

Hz. Mehdi (a.s.)'nin yanında görünür bir melek olup herkesi ona biat etmeye çağıracak olsa Hz. Mehdi (a.s.) de kendinin Hz. Mehdi (a.s.) olduğundan emin olacaktır. Böyle bir durumda insanların ona zorla Hz. Mehdi (a.s.) olduğunu kabul ettirmesine gerek kalmazdı. Çünkü zaten yanında görünür halde bir melek bulunsa, söyledikleri doğru olacağı ve kesin delil niteliğinde olacağı için Hz. Mehdi (a.s.)'nin itirazı olmazdı. Bu durumda Hz. Mehdi (a.s.)'nin insanların kendisine biat etmesini kabul etmesi şart olurdu.

Muhtelif ülkelerden birçok alim, birbirlerinden habersiz şekilde Mehdi’yi aramak üzere yollara çıkacak ve alimlerden her birisine 310 kadar insan refakat edecektir...birbirlerine ‘Buraya niçin geldiklerini’ sorduklarında, hepsi de ‘Bu fitneleri önleyecek ve Konstantiniyye’yi manen fethedecek olan Mehdi’yi arıyoruz, çünkü biz onun, babasının anasının ve ordusunun isimlerini öğrendik’ şeklinde cevap verirler.
(El-kavlu’l muhatasar fi alamet-il mehdiyy-il muntazar, s.40)

İslam alimlerinin Hz. Mehdi (a.s.)'yi aramaya çıkmaları Peygamberimizin (sav) hadislerinde birçok yerde bildiriliyor. Hz. Mehdi (a.s.)'nin başının üzerinde, onun Hz. Mehdi (a.s.) olduğunu haber veren görünür şekilde bir melek olsa, herkes kim olduğunu ve yerini hemen bilirdi. İslam alimleri de Hz. Mehdi (a.s.)'yi aramaya çıkmaya gerek duymazlardı.

HAZRETİ CEBRAİL (A.S) VE HAZRETİ MİKAİL (A.S), KIRK ALTI BİN (46,000) MELEK İmam Mehdi (Hz. Mehdi (a.s))’ninYARDIMCILARI VE YOLDAŞLARI arasında olacaktır. (1)

(1) Şeyh Sadooq’un(a.r.) Al-Amaali, Oturum 92, sayfa 504; No’mani, Al-Ghaibah Sayfa 56; Tafseer al-Ayyaashi, Cilt 1, Sayfa 197; Bihar-ül Envar, Cilt 19, Sayfa 284; Sayfa. 52, Sayfa 326 Kaamil al-Ziyaaraat’tan aktarıyor; Cilt 52, Sayfa 356; Cilt 53, Sayfa 14, 87; Tafseer al-Burhaan, Cilt 1, Sayfa 313; Al -Burhaan Fi Alaamaat-e-Mahdi Aakher al-Zamaan (a.s.), Sayfa 77; Mikyaal al-Makaarem, Cilt 1, Sayfa 29, 73-74

Ancak HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN YANINDAKİ MELEKLERİN GÖRÜNMESİ SADECE MANEVİ ALEMDE GERÇEKLEŞEN VE DOLAYISIYLA SADECE MELEKLERİN GÖREBİLECEĞİ BİR OLAY OLACAKTIR.

Eğer Hz. Mehdi (a.s.) kimi şahısların iddia ettiği gibi başında görünür şekilde melekler olan, silahın, tankın topun etki etmediği olağanüstü bir varlık olmuş olsaydı nasıl hapse atılabilir, nasıl işkence ve baskı görür, zorluk içinde yaşardı? Hiçbir silahın, bombanın etki etmediği bir kişiye kim yaklaşabilir, kim bu kişiyi hapsedebilir ya da işkence yapabilirdi? Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Mehdi (a.s.)’nin bir gaybet dönemi olacağından da bahsetmiştir. Eğer Hz. Mehdi (a.s.) iddia edildiği gibi olağanüstü bir insan olmuş olsaydı saklanmaya, gözden uzak şekilde yaşamaya neden ihtiyaç duyacaktı?

Oysa Peygamberimiz (s.a.v.) hadislerinde Hz. Mehdi (a.s.)’nin gaybet yönünden yani gizlenerek yaşamasıyla ve zindan yönünden Hz. Yusuf (a.s.)’a, korku hali yönünden de yani tehlikelerin yoğunluğuyla; öldürme, tuzak kurma, tutuklanma, gözaltına alınma, sürgün gibi her türlü tehlikeyle iç içe olmasıyla Hz. Musa (a.s.)’ya benzetmektedir:

İmam Zeyn-ul Abidin aleyhi's-selâm şöyle buyurmuştur: "Bizim Kaim'imiz (Mehdi) ile Allah'ın resulleri arasında bir takım benzerlikler vardır. Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Eyyub ve Muhammed sallâ'llâhu aleyhi ve alih peygamberlerin her biri ile bir benzerliği vardır. Nuh ile uzun ömürlü olmasında, İbrahim ile, doğumunun gizli olması (doğumunun evde olmasında) ve halktan uzak durmasında; MUSA İLE, KORKU HALİ (MEHDİ'YE YÖNELİK TEHLİKELERİN YOĞUNLUĞUYLA; ÖLDÜRME, TUZAK KURMA, TUTUKLANMA, GÖZALTINA ALINMA, SÜRGÜN GİBİ HER TÜRLÜ TEHLİKEYLE İÇ İÇE OLMASIYLA) ve GAYBETTE YAŞAMASINDA(SÜREKLİ GİZLENEREK YAŞAMASINDA); İsa ile halkın onun hakkındaki ihtilafa düşmesi (bir kısım insanların, 'Mehdi gelecek', bir kısımının da 'gelmeyecek' demesinde); Eyyub ile, beladan sonra kurtuluşun yetişmesinde (Hz. Mehdi'ye de birçok zorluk, hastalık ve dert gelmesi; ancak aynı Hz. Eyüp gibi Allah'ın rahmetiyle hepsinden kurtulmasıyla); Muhammed sallâ'llâhu aleyhi ve alih ile de kılıçla kıyam etmesinde (Peygamberimiz (sav)'in kutsal emanetleri olan mübarek sancağı, kılıcı ve hırkasının, Mehdi'nin yanında olmasıyla), benzerliği vardır.

(Kemal'ud-Din s. 322, 31. babin 3. hadis)

Sedir-i Seyrefi der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık aleyhisselam'dan duydum ki: Şöyle buyurdu: "BU İŞİN SAHİBİNDE (HZ. MEHDİ (A.S.)’DE) YUSUF'A BİR BENZERLİK VARDIR." ŞÖYLE ARZETTİM: SEN BİZE BİR GAYBETİ VEYA HAYRETİ BİLDİRİYOR GİBİSİN.(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 189)

Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Bu gaybetin sahibinde (Hz. Mehdi (a.s.)’de) dört peygamberin sünneti vardır. Musa’dan bir sünnet, İsa’dan bir sünnet, Yusuf’dan bir sünnet ve Muhammed’den bir sünnet, Allahın selamı hepsinin üzerine olsun. Dedim ki: MUSA’NINSÜNNETİ NEDİR? Buyurdu ki: ÇEKİNİP DİKKATLE GİZLENMEK. Dedim ki: İSA’NIN SÜNNETİ NEDİR? Buyurdu ki:İSA’NINHAKKINDA SÖYLENENLER, ONUN HAKKINDA DA SÖYLENECEK.Dedim ki: YUSUF’UN SÜNNETİ NEDİR? Buyurdu ki: ZİNDAN VE GAYBET. Dedim ki: MUHAMMED’İN -SALLALLAHU ALEYHİ VE ALİH- SÜNNETİ NEDİR? Buyurdu ki: KIYAM ETTİĞİNDE RESULULLAH’IN YOLUNDAN GİDECEKTİR. YALNIZ O RESULULLAH’IN ESERLERİNİ AÇIKLAYACAKTIR. ... Dedim ki: Allahın rızasını nereden bilecektir? Buyurdu ki: “Allah onun kalbine rahmetini nazil edecektir.”
(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 191)

Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi (a.s.)'nin cennetin güzel bir süsü olacağını söylemiştir

Hz. Mehdi (a.s.) Cennetin tavuskuşu (süsü) dur.

(Bihar-ül Envar, Cilt 51, Sayfa:105)

Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (a.s.)'nin ahirette inşaAllah kıymetli bir makamda olacağını ve Cennetin güzel bir süsü olacağını müminlere müjdelemek için güzel bir anlatım yöntemi kullanmış, Hz. Mehdi (a.s.)'nin Cennetin tavuskuşu olacağını söylemiştir. Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (a.s.)'nin Cennetteki güzelliğinin şiddetini vurgulamak için tavuskuşunun mükemmel güzelliğini örnek göstermiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.) medrese eğitimi almamıştı, Hz. Mehdi (a.s.) de medrese eğitimi almayacak sadece kendisine verilen özel ilimlerle hükmedecektir

Peygamberimiz (s.a.v.) de ümmiydi yani okuma yazması yoktu. Kendisi özel bir medrese eğitimi almamıştı. Yabancı dil eğitimi de almamıştı. Peygamberimiz (s.a.v.) sadece Arapça biliyordu, Allah kendisine vehbi ve ledün ilimlerini nasip etmişti. Hicri 1400’de zuhur edecek olan ve ahir zamanın büyük mücedddidi, kutbu, en büyük hatem-i velisi olan Hz. Mehdi (a.s.)’de herhangi bir medrese eğitimi almayacak sadece vehbi ve ledün ilimlerine sahip olacaktır. Allah Hz. Mehdi (a.s.)’yi bir gecede islah edecek yani Hz. Mehdi (a.s.) bir gecede çok derin ilimlere sahip olacaktır.

Peygamberimiz (s.a.v.) de Hz. Mehdi (a.s.)’nin böyle özel bir ilimle ilimlendirildiğini şöyle haber vermiştir:

El-Mehdi, bizden, Ehl-i Beyttendir. ALLAH ONU BİR GECEDE ISLAH EDER (yani tevbesini kabul eder veya feyizler ve hikmetlerle donatır).

(Sünen-i İbni Mace Kitabü-l 'fiten Tercemesi ve Şerhi- Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim: Haydar Hatipoğlu, Bab: 34, sf.348)

Hz. Mehdi (a.s.) ilk çıktığında bilinmez

İmam Rabbani Hazretleri Hz. Mehdi (a.s.)’nin zuhurunun YÜZYIL BAŞLARINDA OLACAĞINI bildirmiş, kendi döneminde yüzyıl başından on sekiz sene geçmiş olmasına rağmen bu zuhurun gerçekleşmediğini ifade etmiştir:

Halbuki bu doğuş, Mehdi'nin zuhuru zamanında olacak zuhur değildir. Zira, ONUN ZUHURU, YÜZ BAŞLARINDA OLACAKTIR. Şu anda dahi, yüz başını, on sekiz sene geçmiş vaziyettedir.

İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 381. Mektup, s.1184

İmam Rabbani Hazretleri’nin “ONUN ZUHURU YÜZ BAŞLARINDA OLACAKTIR” ifadesi HZ MEHDİ’NİN ZUHUR ALAMETLERİNİN YÜZYIL BAŞLARINDA TAHAKKUK ETMEYE BAŞLAYACAĞI ANLAMINDADIR, yoksa yüzyıl başında Hz. Mehdi (a.s.) hemen zuhur edecek, İslam ahlakı hemen hakim olacak ve Hz. Mehdi (a.s.) görülür görülmez hemen halk tarafından tanınacak ANLAMINDA DEĞİLDİR.

Nitekim İmam Rabbani Hazretlerinin söylediği gibi HİCRİ 1400 YILINDAN GÜNÜMÜZE KADAR OLAN 30 YILLIK SÜREÇ İÇERİSİNDE HZ. MEHDİ’NİN ZUHURU İÇİN PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN BAHSETTİĞİ HEMEN HEMEN BÜTÜN ALAMETLER ÇIKMIŞTIR. (Hz. Mehdi (a.s.)’nin çıkış alametleri için bkz. http://www.hazretimehdi.com/cikis.php)

İmam Rabbani Hazretleri’nin bu sözünde kullandığı “ŞU ANDA DAHİ, YÜZ BAŞINI, ON SEKİZ SENE GEÇMİŞ VAZİYETTEDİR.” ifadesi de önemlidir. İmam Rabbani Hazretleri bu sözüyle eğer ki Mehdi çıkmış olsaydı, keşif ve keramet sahibi veli bir insan olarak kendisinin de yüzyıl başından o ana kadar geçen 18 yıl içerisinde yaşanan zuhur alametlerinin tahakkukundan Hz. Mehdi’yi imanın nuru ile hissedeceğine ve farkedeceğine işaret etmektedir. Oysa ki İmam Rabbani Hazretleri’nin kendi döneminde yüzyıl başını onsekiz sene geçmiş olmasına rağmen Hz. Mehdi’nin çıkış alametleri gerçekleşmemiş, dolayısıyla Hz. Mehdi (a.s.) de zuhur etmemiştir.

Dolayısıyla İmam Rabbani Hazretleri Hz. Mehdi (a.s.) zuhur eder etmez İslam ahlakının bütün dünyaya hakim olacağı, dolayısıyla da Hz. Mehdi (a.s.)’nin bakan herkes tarafından hemen tanınacağı yönünde bir izahta ve imada bulunmamaktadır. Ancak kendisi gibi derin ilimlere sahip veli şahısların Hz. Mehdi (a.s.)’yi farkedebileceklerine dikkat çekmektedir.

Hz. Mehdi (a.s.) ilk zuhur ettiğinde herkes tarafından hemen tanınmayacağı, halkın arasında olmasına rağmen bilinmeyeceği ancak KEŞİF VE KERAMET SAHİBİ VELİ İNSANLARIN ONU İMAN NURUNDAN, İMANIN DERİNLİĞİNDEN VE İMAN HEYBETİNDEN TANIYABİLECEKLERİ Said Nursi Hazretleri’nin ifadelerinden de anlaşılmaktadır:

Halbuki demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. ÖYLE İSE O EŞHAS (yani ahir zamanın mühim şahısları –HZ. MEHDİ (A.S.) ve HZ. İSA (A.S.)),hattâ o müthiş Deccal dahi ÇIKTIĞI ZAMAN ÇOKLARI, HATTÂ KENDİSİ DE BİDAYETEN (BAŞLANGIÇTA) Deccal olduğunuBİLMEZ. BELKİ NUR-U ÎMÂNIN DİKKATİYLE, O EŞHAS-I ÂHİR ZAMAN (yani ahir zamanın mühim şahısları HZ. MEHDİ (A.S.) ve HZ. İSA (A.S.)) TANINABİLİR.

(Sözler, ss. 343-344)

İmam Rabbani gibi keşif ve keramet sahibi veli bir insan olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Mektubat adlı eserinde Hz. İsa’nın da yeniden dünyaya geldiğinde hemen herkes tarafından bilinemeyeceğini, ancak yakınındaki DERİN İMANLI TALEBELERİ TARAFINDAN İMANIN NURU İLE TANINACAĞINI ifade etmiştir:

... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT, herkes ONUN HAKİKÎ ÎSA, olduğunu bilmek lâzım değildir. ONUN MUKARREB VE HAVASSI (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ileONU TANIR. Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesindeHERKES ONU TANIMAYACAKTIR...

Mektubat, s. 60

GEREK İMAM RABBANİ HAZRETLERİ’NİN SÖZLERİNDEN GEREKSE SAİD NURSİ HAZRETLERİ’NİN AÇIKLAMALARINDAN HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN ZUHURUYLA BİRLİKTE İSLAM AHLAKININ BÜTÜN DÜNYAYA HEMEN HAKİM OLACAĞI, HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN HEMEN HERKES TARAFINDAN BİLİNECEĞİ ANLAMI ÇIKMAMAKTADIR. Hz. Mehdi (a.s.) zuhur ettiğinde İslam ahlakı dünyanın dört bir yanına hemen hakim olacak olsa, o zaman Hz. Mehdi (a.s.)’yi herkes tanır ve farkederdi. Öyle bir ortamda Hz. Mehdi (a.s.) hiçbir zorlukla karşılaşmazdı. Oysa ki Hz. Mehdi (a.s.)’nin halk tarafından tanınmayacağı hatta bu yönüyle Hz Yusuf’a benzerlik taşıyacağı, zorluklarla ve baskıyla karşılaşacağı, Hz. Musa gibi öldürülme, tuzak kurulma, gözaltına alınma, sürgün edilme gibi her türlü tehlikeyle içiçe olacağı, gaybette yaşayacağı Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadislerinde de açıkça belirtilmiştir:

... SONRA HZ. MEHDİ ALEYHİSSELAM HZ. YUSUF’A BENZEMEKTEve ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) HALKI GÖRDÜĞÜNÜ AMA HALKIN ONU (HZ. MEHDİ (A.S.)) GÖREMEDİĞİNİ ve Hz. Ali’nin de buyurduğu gibi GÖKTEN NİDA OLUNANA DEK ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) GÖRÜLMEYECEĞİ KESİNDİR.

(Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 167)

"Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Bu GAYBETİN (MEHDİ’NİN) SAHİBİNDE DÖRT PEYGAMBERİN SÜNNETİ VARDIR:... Dedim ki: "HZ. YUSUF’UN SÜNNETİ NEDİR?" BUYURDU Kİ: "ZİNDAN VE GAYBET."...

(Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 190)

İmam Zeyn-ul Abidin aleyhi's-selâm şöyle buyurmuştur: "Bizim Kaim'imiz (Mehdi) ile Allah'ın resulleri arasında bir takım benzerlikler vardır. Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Eyyub ve Muhammed sallâ'llâhu aleyhi ve alih peygamberlerin her biri ile bir benzerliği vardır. Nuh ile uzun ömürlü olmasında, İbrahim ile, doğumunun gizli olması (doğumunun evde olmasında) ve halktan uzak durmasında; MUSA İLE, KORKU HALİ (MEHDİ'YE YÖNELİK TEHLİKELERİN YOĞUNLUĞUYLA; ÖLDÜRME, TUZAK KURMA, TUTUKLANMA, GÖZALTINA ALINMA, SÜRGÜN GİBİ HER TÜRLÜ TEHLİKEYLE İÇ İÇE OLMASIYLA) ve GAYBETTE YAŞAMASINDA(SÜREKLİ GİZLENEREK YAŞAMASINDA); İsa ile halkın onun hakkındaki ihtilafa düşmesi (bir kısım insanların, 'Mehdi gelecek', bir kısımının da 'gelmeyecek', bir kısmının ‘Mehdi çok daha ileride gelecek’ ya da ‘gelmiş geçmiştir’ demesinde, bir kısmının ise ‘Mehdi hiç gelmeyecektir’ demesinde); Eyyub ile, beladan sonra kurtuluşun yetişmesinde (Hz. Mehdi'ye de birçok zorluk, sıkıntı ve dert gelmesi; ancak aynı Hz. Eyüp gibi Allah'ın rahmetiyle hepsinden kurtulmasıyla); Muhammed sallâ'llâhu aleyhi ve alih ile de kılıçla kıyam etmesinde (Peygamberimiz (sav)'in kutsal emanetleri olan mübarek sancağı, kılıcı ve hırkasının, Mehdi'nin yanında olmasıyla), benzerliği vardır."

(Kemal'ud-Din s. 322, 31. babin 3. hadis)

Sedir-i Seyrefi der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık aleyhisselam'dan duydum ki: Şöyle buyurdu: "BU İŞİN SAHİBİNDE (HZ. MEHDİ (A.S.)’DE) YUSUF'A BİR BENZERLİK VARDIR." ŞÖYLE ARZETTİM: SEN BİZE BİR GAYBETİ VEYA HAYRETİ BİLDİRİYOR GİBİSİN.


(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 189)

HZ. MEHDİ (A.S.), AHİR ZAMANIN MÜNAFIKLARI, BAZI FIKIH ALİMLERİ VE AHİR ZAMAN DECCALİYLE MÜCADELE EDECEKTİR

1. Hz. Mehdi (a.s)'nin Münafıklarla Olan Mücadelesi Hadis-i Şeriflerde Şu Şekilde İfade Edilmiştir:

Ey insanlar, muhakkak Allahü Teala size ZALİMLERİ,MÜNAFIKLARI ve ONLARA UYANLARI menetmiş ve size ümmeti Muhammedin en hayırlısı olan... Hz. Mehdi (a.s.)'yireis kılmıştır, ona katılınız.
(El Kavlu-l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Ahmed İbn-i Hacer-i Mekki, s. 31)

... Ebu Basir'den: İmam Caferi Sadık aleyhisselam '"Suçlular çehrelerinden tanınacak' (Muhammed Suresi, 30), ayeti hakkında şöyle buyurdu: ALLAH ONLARI TANIR, LAKİN BU AYET KAİM (HZ. MEHDİ (A.S.)) HAKKINDA NAZİL OLMUŞTUR. HZ. MEHDİ (A.S.) ONLARI (MÜNAFIKLARI) ÇEHRELERİNDEN TANIYACAK VE ASHABI İLE BİRLİKTE ONLARI (MANEN) DARMADAĞIN EDECEK."
(Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 283)

Esbağ bin Nebate der ki: Emirülmüminin Ali aleyhisselam şöyle buyurdu: "...Öyle ki sizden sadece gözdeki sürme kadar veya yemekteki tuz kadar kalacaktır. Ve ben size bir örnek vereceğim: Adamın birinin bir miktar buğdayı vardır. Onu temizler ve bir eve koyar, uzun bir süre sonra geri döndüğünde onun kurtlandığını görür, onu tekrar ayıklar ve temizler sonra tekrar evin içine koyar. Uzun bir süre sonra döndüğünde onun tekrar kurtlandığını görür. Tekrar onu ayıklar ve temizler ve hep aynı işi tekrarlar. SONUNDA KURTLARIN HİÇ ZARAR VEREMEDİĞİ ÇOK AZ SAĞLAM BUĞDAY KALIR. İşte siz de böylesiniz. Sonunda içinizde fitnelerin asla zarar veremediği çok az bir grup kalacaktır." (Aynı hadisi Ahmet bin Muhammed bin Said de nakleder.)
(Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 246)

Nechül Belağa'dan: İnananların Efendisi (sav) dedi ki: "O (Hz. Mehdi (a.s.)) insanlardan saklanırken, IZ SÜRÜCÜLER ARASALAR BILE ONUN AYAK IZLERINI GÖRMEZLER. ...
(Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, cilt 51], Ansariyan Yayıncılık, derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, sf. 186)

Ahirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:
Birisi: Nifak perdesi altında risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr edecek, Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriatı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten MUHAMMED MEHDİ isminde bir zât-ı nuranî,o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan CEREYAN-I MÜNAFIKANEYİ ETKİSİZ HALE GETİRİP DAĞITACAKTIR.
ALTINCI İŞARET (Mektubat 56-57)

BU İŞ ONDAN AYRILANLARA RAĞMEN MUZAFFER OLARAK
DEVAM EDECEKTİR. MUHALİFLERİN VE AYRILANLARIN ONA BİR ZARARI OLMAZ...
(Hz. Câbir RA (Büyük Kıyamet Alametleri, 487/6)

Kıyamet kopmaz, ümmetimden bir taife herkes üzerinde hakim olmadıkça. ONLAR KENDİLERİNİ TERK EDENLERİN TERK ETMESİNE ALDIRMAZLAR ve kendilerine yardım edene de aldırmazlar. 
(Ramuz El-Ehadis, 472 -Hanbelin Müsned'i - Buhari -Müslim)
ÜMMETİMDEN BİR CEMAAT DEVAMLI OLARAK Allahın emri üzerine DÜŞMANLA KAHREDERCESİNE MÜCADELE EDECEK, MUHALİFLERİ KENDİLERİNE HİÇBİR ZARAR VEREMEYECEK. Bu (hal kıyamete kadar böyle devam edecek.)
(Kıyamet Alametleri, 286)

2. Hz. Mehdi (a.s.)'nin Ahir Zamanın Bazı Fıkıh Alimleriyle Olan Mücadelesi Hadis-i Şeriflerde Şu Şekilde İfade Edilmiştir:

"... İMAM-I MEHDİ (A.S.) ÇIKTIĞI ZAMAN hasseten (özellikle, yalnızca, ayrıca, hususi olarak) FUKAHA (FIKIH ALİMLERİ) ONA (HZ. MEHDİ (A.S.)'YE) DÜŞMAN OLACAK. ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN) KILINCI KARDEŞLERİDİR. Elinde kılınç olmasa idi, -YANİ KARDEŞLERİ OLMASA İDİ- ZAMANIN FUKAHASI (FIKIH ALİMLERİ) ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)) KATLİYLE FETVA VERİRLERDİ. Lakin Cenâb-ı hak onu (Hz. Mehdi (a.s.)'yi) keremiyle ve kılınç (KARDEŞLERİYLE) ile tathir (temizlemek, yıkayıp pak etmek) edecek, onlar ona (Hz. Mehdi (a.s.)'ye) itimad edeceklerdir. HÜKMÜNÜ İNANMAYAN DA KABULE MECBUR OLUP AKSİNİ İZMAR (gizlemek, saklamak) EDECEKLER."
(Ramuz el-Hadis. age. 56, 73)

Onun (Hz. Mehdi (a.s.)'nin) döneminde din tamamen rey'den arınmış olarak eski hüviyetini kazanacaktır. VERECEĞİ BİRÇOK HÜKÜMLERDE ULEMANIN MEZHEPLERİNE MUHALEFET EDECEKTİR. BUNDAN DOLAYI ONDAN (HZ. MEHDİ (A.S.)'DEN) UZAK DURACAKLARDIR. Zira zanlarına göre, gerçekten Allah imamlarından sonra bir müçtehid bırakmadığını kabulleneceklerdir...
(Muhyiddin Arabi, "Futuhat-El Mekkiye", 66. bab, c. 3, s. 327- 328)

"Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde Muhyiddin Arabi el Endülüsi şöyle bildirmektedir:
...Hz. Mehdi (a.s.), dini Peygamberin (s.a.v.) zamanında olduğu gibi aynen tatbik edecek. Yeryüzünden mezhepleri kaldıracak. Halis ve hakiki dinden başka hiç bir mezhep kalmayacak. ONUN HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN) DÜŞMANLARI İÇTİHAD ALİMLERİNİN TALİD EDENLEİR OLACAK. Çünkü onlar Hz. Mehdi (a.s.)'nin mezhep imamlarının tersine hükmettiğini gördüklerinde bundan HOŞLANMAYACAKLAR, FAKAT KARŞI DA GELMEYECEKLER... ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN ) KILINCI KARDAŞLARIDIR. Kılıcından korktukları için ister istemez hakimiyetine boyun eğecekler. _ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN) AÇIK DÜŞMANLARI FUKAHA (FIKIH ALİMLERİ) OLACAK. ÇÜNKÜ HALK ARASINDA BİR İMTİYAZLARI KALMAYACAK. HATTA AHKAM HUSUSUNDA İLİMLERİ DE AZALACAK. Bu imamın (Hz. Mehdi (a.s.)'nin) gelişiyle alimlerin hükümlerdeki anlaşmazlıkları da giderilecek...ŞAYET ELİNDE KILINÇ (İLİM) OLMASAYDI FAKİHLER ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN) ÖLÜMÜNE FETVA VERİRLERDİ. Lâkin Cenâb-ı Hak, onu (Hz. Mehdi (a.s.)'ı)keremiyle ve kılınç (kardeşleriyle) ile tathir edecek (temizleyecek), ONLAR ONA (Hz. Mehdi (a.s.)'a) İTAAT EDECEKLERDİR. ÇÜNKÜ HALK ARASINDA İMTİYAZLARI KALMAYACAK, HATTA AHKAM HUSUSUNDA İLİMLERİ DE AZALACAK. Mehdi'nin gelişiyle alimlerin hükümlerindeki ihtilâflar da giderilecek. Ondan (Hz. Mehdi (a.s.)'den) hem korkacaklar hem de birşeyler umacaklar. KALBEN ONDAN (HZ. MEHDİ (A.S.)'DEN) NEFRET EDECEKLER. FAKAT BUNA RAĞMEN İSTER İSTEMEZ HÜKMÜNÜ KABUL EDECEKLER.
(Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci,Kıyamet Alametleri, 186-187)

İmam Rabbani bu konuda şöyle demektedir:
Geleceği vaad edilen Mehdi dinin tervicini (değerini artırmayı), sünnetin ihyasını (yeniden canlandırmasını) murad ettiği (istediği) zaman; bid'at ehl-i ile ameli adet edinen, hasene zannı ile dini karıştıran (dinin aslında, özünde olmayan şeyleri, dinin emri olduğunu zanneden bazı insanlar) hayretle söyle diyecektir: BU KİMSE (HZ. MEHDİ (A.S.)) DİNİMİZİ KALDIRMAK VE ŞERİATIMIZI İZALE (MAHVETMEK) İSTİYOR.
(Mektubat-i Rabbani, 1/535)

3. Hz. Mehdi (a.s.)'nin Ahir Zamanın Deccaliyet Sistemi İle Olan Mücadelesi Hadis-i Şeriflerde şu Şekilde İfade Edilmiştir:

DECCAL ÇIKINCA ONA KARŞI MÜMİNLERDEN BİR ADAM (HZ. MEHDİ (A.S.)) , YÖNELİR. Derken O MÜMİN KİMSEYE BİRÇOK SİLAHLILAR, DECCAL'İN MERKEZLERDE GÖZETLEME YAPAN SİLAHLILARI KARŞI ÇIKARLAR.
(Mehdilik ve İmamiye s. 37, Sahih-i Müslim, 11/393'den nakil)

Mümin şahıs (Hz. Mehdi (a.s.)) Deccal'ı görünce: "Ey insanlar! Resulullah'ın zikrettiği Deccal işte budur" der. Deccal hemen onunla ilgili emrini verir de o zat karnı üzerine uzatılır ve arkasından: "Onu alın da yaralayın!" der. Artık o zatın sırtı ve karnı döve döve genişletilir. Bu sefer onu iki eli ve iki ayağı ile yakalar da fırlatır atar.İnsanlar Deccal'ın onu bir ateş içine attığını sanırlar.Halbuki o bir cennet içine atılmıştır.
(Mehdilik ve İmamiye, s. 40)
ÜMMETİMDEN BİR TAİFE, KENDİLERİNE DÜŞMANLIK EDENLERE GALİP OLDUKLARI HALDE HAK ÜZERİNDE MÜCADELEDE DEVAM EDERLER. HATTA ONLARIN SONUNCUSU MESİHÜD DECCAL İLE HARP EDER. (FİKRİ MÜCADELE EDER.)
(Ramuz El-Ahadis, sf. 472 (Hanbelin Müsnedi -Ebu Davud-Tabarani -Hakim)

...Biz öyle bir ev halkıyız ki; Allah bizim için ahireti dünyaya tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim muhakkak benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne uğrayacaktır. Benden sonra Ehl-i Beytim bela ve mihnetlerle karşılaşacaklar ve darbe maruz kalacaklardır.
(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, 14)

...Hz. Mehdi (a.s.), Resulullah'ın bayrağı ile, insanların başlarına bela üzerine bela yağdığı ve çıkışından ümit kesildiği bir sırada çıkar. İki rekat namaz kılar. Namazdan dönünce şöyle der: "Ey insanlar! Ümmet-i Muhammed ve bilhassa onun ehl-i beyti çok belalar gördü, ve bizler kahr ve haksızlığa maruz kaldık."
(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, 55)

Kıyamete (Deccal ile savaşa) kadar BENİM ÜMMETİMDEN BİR GRUP hak üzere galip olarak çarpışacaktır ( fikri mücadele edeceklerdir)...
(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman 80)

Hz. Mehdi (a.s.) gaybet döneminde de faaliyetlerine devam edecektir

Hz. Resulullah (s.a.v), “Gaybet döneminde Hz. Mehdi’nin varlığının ne gibi bir faydası olacaktır?” şeklinde sorulan bir soruya şöyle cevap verdiler: “Beni peygamber olarak gönderen Allah’a ant olsun ki insanlar, gaybet döneminde, bulutların arkasında kalan güneşten faydalandıkları gibi ondan faydalanırlar.”

(Bihar’ül-Envar, cilt: 52, sayfa: 93)

Hadiste, Hz. Mehdi (a.s.)'nin gaybet döneminde de faaliyetlerine devam edeceğine işaret edilmektedir. Hz. Mehdi (a.s.)’nin üzerinde, İslam Ahlakını tebliğ etmesi ve başarılı faaliyetleri nedeniyle iman etmeyenlerin güçlü baskısı olacaktır. Bu nedenle bazı dönemlerde Hz. Mehdi (a.s.) hapsedilecek veya insanların gözlerinden gizlenecektir. Peygamberimiz (sav) işte bu gaybet dönemlerinde de Hz. Mehdi (a.s.)'nin insanların imanlarını geliştirecek, Allah’ın varlığını anlatacak çalışmalarına devam edeceğini bildirmiştir.

HZ. MEHDİ (A.S.) ALLAH'IN İZNİ İLE HER FAALİYETİNDE BAŞARILI OLACAKTIR

O (Hz. Mehdi (a.s.)), KENDİSİYLE BERABER MÜCADELE EDEN TALEBELERİYLE VE ALLAH'IN KÜFRÜN KALBİNDE YARATTIĞI KORKUYLA DESTEKLENECEK. Döndüğü HİÇBİR YER OLMAYACAK Kİ İSLAM'IN SANCAĞINI ORADA YÜKSELTMESİN.
(Kemalüddin, sayfa: 327 ve Müntehabü Ezhar, cilt: 1, sayfa: 284)

Hadiste Hz. Mehdi (a.s.)'nin talebelerinin de kendi gibi ilmi mücadele içinde olacaklarına dikkat çekilmiştir. Allah Hz. Mehdi'yi hem talebelerinin çabası hem de iman etmeyenlerin kalbinde yarattığı korku ile destekleyecektir. Allah'ın izni ile Hz. Mehdi her faaliyetinde başarılı olacaktır. Faaliyet gösterdiği her yerde İslam ahlakı hakim olacaktır.

HZ. MEHDİ (A.S.) TELEVİZYON, İNTERNET VE UYDU YOLUYLA DÜNYA ÇAPINDA TEBLİĞ YAPARAK, İNSANLARIN HİDAYETİNE VESİLE OLACAKTIR

Mehdi (a.s.), ALEVLİ HİDAYET MEŞALESİYLE ALEMDE DOLAŞIR ve salihler gibi yaşar.

(el-Mehdiyy-il Mev'ud, c: 1, s: 281-282 ve 266 ve 300.)

Hadiste bahsi geçen "...ALEVLİ HİDAYET MEŞALESİYLE ALEMDE DOLAŞIR..." ifadesi üç özelliği birden içermektedir. Bu özelliklerden

- birincisi; "alevli meşale" ifadesinin işari manada ışık saçan bir araca dikkat çekmesi,
- ikincisi; "hidayet" ifadesinin bu aracın insanların hidayetine vesile olması ve
- üçüncüsü de; "alemde dolaşır" ifadesinin Hz. Mehdi (a.s.)'nin bu araç vesilesiyle tüm dünyaya ulaşacağına dikkat çekmesidir.

Bu üç özellik birden dikkate alıdığında Peygamber Efendimiz (sav)'in bu hadisinde bildirdiği ?alevli hidayet meşalesi"nin televizyon, internet ve uydu üzerinden yapılan yayınlara işaret ettiği açıkça görülmektedir. Peygamber Efendimiz (sav)'in diğer hadislerinde açıkça belirttiği üzere Hz. Mehdi (a.s.) İstanbul'da olacağına göre, ?alemde dolaşması" da ancak yaptığı tebliğin, imani faaliyetlerin televizyon, internet ve uydu vesilesiyle düm dünyaya yayılması şeklinde olacaktır. Tüm bu deliller ışığında, Hz. Mehdi (a.s.)'nin mükemmel tebliğini TELEVİZYON, İNTERNET ve UYDU ARACILIĞIYLA dünya çapında gerçekleştireceği ve bu şekilde insanların hidayetine vesile olacağı anlaşılmaktadır.

HZ. MEHDİ (A.S) TEVRAT'I VE İNCİL'İ, TAHRİF OLMUŞ KISIMLARINDAN ARINDIRARAK KURAN'A UYGUN OLAN KISIMLARINI ORTAYA ÇIKARACAK VE MUSEVİLERE TEVRAT'LA, HIRİSTİYANLARA DA İNCİL'LE HÜKMEDECEKTİR



Cabir b. Yezid el-Co'fi, İmam Muhammed Bakır'dan rivayet ediyor:
"...Hz. Mehdi (a.s.)'nin Hz. Mehdi (a.s.) diye isimlendirilmesinin sebebi şudur ki; gizli bir işe doğru yönlendirilecek, Tevrat ve diğer Semavi kitapları Antakya'da bir mağaradan çıkartacak veYAHUDİLER ARASINDA TEVRAT'LA HIRİSTİYANLAR ARASINDA İNCİL'LE HÜKMEDECEKTİR.
(El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 254-255)

"Ona Hz. Mehdi (a.s.) denilmesinin nedeni, Şam'da bulunan dağlardan birine yönelmesidir. Oradan (GERÇEK) TEVRAT KİTAPLARINI ÇIKARACAK, YAHUDİLERE KARŞI DELİL GETİRECEKTİR."
(Suyuti, el-Havi li'l Feteva, II. 81)
Harun b. Maruf; Zamra b. Rabia'dan, Abdullah b. Şevzeb'den rivayet ediyor: "Kuşkusuz ki, Hz. Mehdi (a.s.), 'Mehdi (a.s.)' diye adlandırılmıştır. Çünkü O, Şam dağlarından bir dağa doğru hidayet olunur (yönlendirilir) "TEVRAT" KİTAPLARINI (CİLTLERİNİ) ORADAN ÇIKARTIR VE ONLARA DAYANARAK YAHUDİLERLE MUNAZARA EDER (bir konu üzerinde yapılan tartışma) VE (SONUÇTA) BİR GRUP YAHUDİ O'NUN ELİYLE MÜSLÜMAN OLUR.
http://www.ahirzaman.net/mehdi_ahirzaman07.html#81

O'na 'Mehdi (a.s.)' denmesinin sebebi şudur. O, Yahudilerin hac yaptığı Şam dağlarından bir dağın içindeki TEVRAT'A DAİR KİTAPLARI ÇIKARIR VE YAHUDİLERDEN BİR CEMAAT O'NUN ELİYLE MÜSLÜMAN OLUR.

(Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Müellif Ali bin Hüsammeddin el Muttaki, Kahraman Neşriyat Kitabevi, s.77)

İmam-ı Zaman (Hz. Mehdi (a.s.))'ın adil hükümetinde, BÜTÜN İLAHİ KİTAPLAR İNSANLARIN ÖNÜNE ORİJİNAL BİÇİMLERİYLE, HİÇBİR BOZULMA OLMAKSIZIN SUNULACAKTIR. İmam Mehdi (a.s.) Tevrat ehline Tevrat ile, İncil ehline İncil ile, Zebur ehline Zebur ile, Kur'an ehline Kur'an ile hükmedecektir.Bihar-ül Envar, Cilt 52, Sayfa 351

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi (a.s)'nin Tevrat'ı açıklayacağını bildirmektedir. Allah'ın izniyle Tevrat'ın tahrif olmuş kısımlarından arındırılması ve Kuran'a uygun kısımlarının ortaya çıkarılması, Hz. Mehdi (a.s)'nin geliş alametlerinden biridir.

Hz. Mehdi (a.s) ortaya çıktığında insanlara, Allah Katı'ndan gönderildikten sonra, kimi art niyetli insanlar tarafından bazı bölümleri tahrif edilmiş olan Tevrat'ın, Kuran'a uygun olan aslını anlatacaktır. Hatta böylece bir kısım Yahudiler Müslüman olacaklardır.

Zaman zaman hadiste bildirilen ifadelerin düz anlamı düşünülerek, insanların mağaralarda Tevrat aradıklarına da rastlanmaktadır. Ancak rivayetlerden, Tevrat ve İncil'in Allah Katı'ndan vahyedilmiş hak olan metinlerinin ancak Hz. Mehdi (a.s.) döneminde bulunacağı anlaşılmaktadır.

Ancak bunun yanı sıra, "Gerçek Tevrat", asıl olarak günümüzdeki Tevrat'ın içinde saklıdır. Hz. Mehdi (a.s) de insanların gözünden gizlenmiş, saklanmış gerçek Tevrat'ı, muharref Tevrat'ın içindeki sonradan eklenmiş sapkın ve yanlış izahları çıkararak ortaya çıkaracaktır. (Doğrusunu Allah bilir.)

Hz. Mehdi (a.s) aynı şekilde Hıristiyanları da İncil'deki Kuran'a uygun olan hükümlere çağıracaktır.

Musevilere Tevrat'ın aslıyla, Hıristiyanlara da İncil'in aslıyla hükmedilmesi gerektiğini Yüce Rabbimiz Allah bizlere Kuran'da açıkça bildirmektedir:

Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. TESLİM OLMUŞ PEYGAMBERLER, YAHUDİLERE ONUNLA HÜKMEDERLERDİ. BİLGİN-YÖNETİCİLER (RABBANİYUN) VE YÜKSEK BİLGİNLER DE (AHBAR), ALLAH'IN KİTABI'NI KORUMAKLA GÖREVLİ KILINDIKLARINDAN VE ONUN ÜZERİNE ŞAHİDLER OLDUKLARINDAN (ONUNLA HÜKMEDERLERDİ.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Ben'den korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır. (Maide Suresi, 44)

HZ. MEHDİ (A.S.) MÜSLÜMANLARI ÖZGÜRLÜKLERİNE KAVUŞTURACAK, ATEİST SİYONİSTLERİN VE MASONLARIN ŞEYTANİ ÖRGÜTLENMELERİNİ ETKİSİZ HALE GETİRECEKTİR



Nechül Belağa'dan: İnananların Efendisi (sav) dedi ki: ... (HZ. MEHDİ (A.S.)), ESİRİ ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞTURMAK, KÖLEYİ AZAD ETMEK VE YANLIŞ YÖNLENDİRİLMİŞ ULUSU DAĞITMAK VE DOĞRULUĞU İZLEYENLERİ BİRLEŞTİRMEK İÇİN erdem sahibinin örneklerini izleyecektir."

(Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, c. 51], Ansariyan Yayıncılık, Derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 186)

Hz. Mehdi (a.s.) kendi döneminde; İŞGAL EDİLEN ÇEŞİTLİ İSLAM ÜLKELERİNDE ESİR ALINIP HAPİSTE TUTULAN MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNİ ÖZGÜRLÜKLERİNE KAVUŞTURACAKTIR. AYRICA ATEİST SİYONİSTLERİN VE MASONLARIN OLUŞTURDUKLARI ŞEYTANİ ÖRGÜTLENMEYİ ETKİSİZ HALE GETİRECEKTİR. Hz. Mehdi (a.s.), Allah'a yönelen, O'nun dosdoğru yolunda olanları Allah'ın izniyle biraraya getirecek; insanlar arasında huzur, barış ve güven ortamı sağlayacaktır.

ALLAH HZ. MEHDİ (A.S.)'Yİ VESİLE EDEREK, ASRI VE TÜM DÜNYAYI ETKİLEYECEK MÜKEMMEL KİTAPLAR HAZIRLATACAKTIR

Ebu Basir şöyle der: İmam Muhammed Bakır veya İmam Caferi Sadık aleyhisselam'dan naklen: "ONA (HZ. MEHDİ (A.S.)'YE) İMAMETİ VEREN, ONA İLİM VE KİTAPLAR VERECEK VE ONU KENDİ BAŞINA BIRAKMAYACAK."

Hz. Mehdi (a.s.)'nin sürekli olarak Cenab-ı Allah'ın kontrolünde olacağı; Allah'ın Hz. Mehdi'yi vesile ederek çok etkili, asrı ve bütün dünyayı etkileyecek mükemmel kitaplar hazırlatacağı hadisten anlaşılmaktadır.

HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN İMANİ ESERLERİ, AHİR ZAMANDA İNSANLARIN HİDAYETİNE VESİLE OLACAKTIR



Ali b. Ebu Talib (a.s.) şöyle buyuruyor: "Hz. Peygamber (sav) uzun bir vasiyetinde bana hitaben şöyle buyurdu:

Ya Ali! İman açısından halkın en hayret verici olanları ve yakin açısından da en büyük insanlar, ahir zamanda gelecek olan kimselerdir. Onlar Peygamber'i görmemiş ve imam da (Hz. Mehdi (a.s.) de) onlardan gizlidir. BUNUNLA BİRLİKTE ONLAR BEYAZ SAYFALARA NAKIŞ OLUNMUŞ SİYAH HATLAR VASITASIYLA (YAZILI BELGELERLE) İMAN EDERLER.

(Men La Yehzuruhu'l Fakih, c. 1, s. 269)

Ahir zamanda, beyaz sayfalara siyah harflerle kitapların basılacağı ve Hz. Mehdi (a.s.)'nin talebelerinin de, Hz. Mehdi (a.s.)'nin öncülüğünde hazırlanacak olan bu eserleri okuyacakları haber verilmiştir. Bilindiği gibi Hz. Mehdi (a.s.)'nin talebeleri de, onun Hz. Mehdi (a.s.) olduğundan emin olmayacaklar, ancak görülen alametlerden dolayı ona karşı bir hüsnü zan sahibi olacaklardır.

HZ. MEHDİ (A.S.) İNSANLARA YARATILIŞ GERÇEĞİNİ FOSİLLERLE İSPAT EDECEKTİR

BİN YILDAN DAHA ESKİ İSKELET KEMİKLERİ, İMAM MEHDİ (A.S.) İLE KONUŞACAKLAR.

(Mikyaal al-Makaarem, c. 1, s. 223-224)

Hadiste verilen bilgi, Hz. Mehdi (a.s.)'nin fosillerle ilgileneceğini, Yaratılış gerçeğini fosillerle ispat edeceğini, bu eski fosillerle inkarı ve dalaleti; dinsiz, materyalist ve Darwinist sistemi ortadan kaldıracağını göstermektedir.

Hz. Mehdi (a.s.)'nin, materyalizmin ve Darwinizm'in geçersizliğini ispat ederken bin yıldan eski, yani milyonlarca yıllık fosilleri kullanacağı açıkça anlaşılmaktadır. Hadis, fosillerin adeta lisan-ı hal ile, "Hüccet Mehdi (a.s.), biz Allah'tan bir deliliz; bizlerin evrim geçirmediğimizi, ilk yaratılıştan itibaren değişmeden aynısıyla kaldığımızı bizleri delil göstererek insanlara anlatabilirsin" diyeceklerine ve Hz. Mehdi (a.s.)'nin de, yer altından çıkan fosiller yoluyla bu gerçeği resim, yazı, kitap, video film ve belgelerle insanlara anlatacağına işaret etmektedir.

Hz. Mehdi (a.s.)'nin bir ismi de, "delil getiren" yani "Hüccet"tir. Hüccet Mehdi (a.s.) ahir zamanda hüccet (delil) ile konuşacaktır. Allah ona bu imkanı verecek ve canlılara ait kemikler de Hz. Mehdi (a.s.) için birer delil (hüccet) olacaktır.

Hz. Mehdi (a.s.) bu fosilleri, o devrin ateist, materyalist ve Darwinistlerine karşı, reddi mümkün olmayan kesin birer delil olarak kullanacak ve bu yolla Darwinistleri mağlup edip dinsiz materyalist sistemi tamamen ortadan kaldıracaktır.

Bediüzaman Said Nursi de eserlerinde, Hz. Mehdi'nin birinci vazifesinin, "maddiyyun ve tabiyyun taunu"nu, yani Allah'ı inkar üzerine kurulmuş materyalizm ve Darwinizm fikrini yerle bir ederek tam olarak etkisiz hale getirmek olacağını belirtmiştir:

Ve onun (Hz. Mehdi (a.s.)'nin) üç büyük vazifesi olacak:Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle (tesiriyle) ve MADDİYUN (materyalizm) VE TABİİYYUN (Darwinizm)TAUNU (salgınının), BEŞER İÇİNE İNTİŞAR ETMESİYLE(insanlar arasında yayılmasıyla), HERŞEYDEN EVVEL FELSEFEYİ VE MADDİYUN FİKRİNİ (Darwinist materyalist felsefeyi) TAM SUSTURACAK BİR TARZDA İMANI KURTARMAKTIR... (Emirdağ Lahikası, s. 259)

HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN BİRİNCİ GÖREVİ

HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN BİRİNCİ GÖREVİ, HZ. MUSA VE HZ. İSA GİBİ, İNSANLARA DARWİNİZM'İN GEÇERSİZLİĞİNİ GÖSTERİP, YARATILIŞ'I İSPATLAMAK OLACAKTIR

Hz. Mehdi (a.s.)tüm yeryüzüne din ahlakının hakim olmasına vesile olacak kişidir. Hz. Mehdi (a.s.)'nin ilmi mücadelesinin ilk aşaması materyalist, ateist, Darwinist düşünceleri temelden yıkmak ve Yaratılış'ı ispat etmek olacaktır. Zira Hz. Mehdi (a.s.)'nin ortaya çıkacağı ahir zamanın en önemli özelliklerinden birisi inkarcı, ateist, materyalist düşünce ve akımların çok yaygın olması, bu nedenle insanların büyük çoğunluğunun din ahlakından uzak olmalarıdır. Bediüzzaman Said Nursi de, ahir zamanın en önemli tehlikelerinden birinin ateist felsefeler olacacağını bildirmiş, özellikle Darwinist ve materyalist felsefelerin ateizme zemin hazırlayacaklarına dikkat çekmiştir:

Tabiyyun, maddiyun felsefesinden (Darwinist, materyalist ve ateist felsefelerden) tevellüd eden bir cereyan-ı nemrudane, (doğan inkarcı bir akım) gittikçe ahir zamanda felsefe-i maddiye (materyalist felsefe) vasıtasıyla intişar ederek (yayılarak) kuvvet bulup, uluhiyeti (Allah'ın varlığını)inkar edecek bir dereceye gelir. (Allah'ı tenzih ederiz) (Emirdağ Lahikası, s. 259)

Bu nedenle Bediüzaman, Hz. Mehdi (a.s.)'nin birinci vazifesinin, maddecilik fikriyle yani Allah'ı inkar üzerine kurulmuş Darwinist, materyalist ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir:

Ve onun (Hz. Mehdi (a.s.)'nin) üç büyük vazifesi olacak:Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle (tesiriyle) ve maddiyun ve tabiiyyun taunu (Darwinizm, materyalizm ve ateizm salgınının), beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla), herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYUN FİKRİNİ (materyalist felsefeyi) TAM SUSTURACAK BİR TARZDA İMANI KURTARMAKTIR. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ Lahikası, s. 259)

Hz. Mehdi (a.s.)'nin öncelikli olarak Darwinizm'in geçersizliğini ispatlaması ve Yaratalış'ı anlatması, geçmişte yaşamış peygamberlerin de izlediği önemli bir tebliğ yöntemidir. Hz. Musa da ilk olarak evrim inancının yanlış olduğunu ispat etmiş, Allah'ın yaratmasına dair delilleri ortaya koymuştur. Bilindiği üzere evrim masalı, çok eski dönemlere ta Sümerlere dayanan batıl bir dindir. Eski Mısır'da da evrim yanılgısı yaygın bir inançtır. Firavun ve taraftarları, günümüzdeki Darwinizm'in ilkel bir versiyonuna inanmakta ve bu sapkın inancı savunmaktaydılar. Mısır dinler tarihi incelendiğinde bu durum açıkça görülür.

Eski Mısırlıların batıl inanışlarına göre, "Yılan, kurbağa, solucan ve fareler, su baskınlarıyla taşan Nil ırmağının çamurlarından oluşmaktadır."1 Yani, Darwinizm'in en temel iddialarından biri olan,"canlıların tesadüfler sonucunda balçıklardan" oluştuğu yanılgısı, Eski Mısır'da da yaygın olan bir inanıştır. Dolayısıyla Hz. Musa tebliğ yapmaya başladığında, ilk olarak Mısırlıların bu batıl inanışlarını ortadan kaldırmaya yönelmiş ve evrimci düşünceyi yok etmiştir. Hz. Musa, Firavun'a tebliğ yapmaya gittiğinde, tıpkı günümüzdeki Darwinistlerin sorularına ve mantık örgülerine benzer şekilde, Firavun da ona, "İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir?" diye sormuştur. (Enbiya Suresi, 51) Hz. Musa ise Allah'ın ilhamıyla, "Bunun bilgisi Rabbim'in Katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz" (Enbiya Suresi, 52) şeklinde cevap vermiş ve ispatları ve delilleriyle Firavun'a Yaratılış'ı anlatmıştır.

Kuran'da, Hz. Musa elindeki asayı yere attığında, Allah'ın dilemesiyle bu asanın canlı bir yılana dönüştüğü bildirilmektedir. Hz. Musa asasını yere attığında, cansız bir ağaç dalı, canlı bir yılana dönüşmüş; eline aldığında ise yılan tekrar cansız bir ağaca dönüşmüştür. Sonra tekrar yere attığında asa yine can bulmaktadır. Yani cansız bir madde, canlanmakta, sonra ölmekte, sonra yine canlanmaktadır. Böylece Allah bu mucizesiyle insanlara, sürekli Yaratılış'ı göstermektedir. Ayetlerde şöyle buyrulur:

Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) O HEMEN HIZLA KOŞAN (KOCAMAN) BİR YILAN (OLUVERMİŞ). Dedi ki: "Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz." (Enbiya Suresi, 20-21)

"Sağ elindekini atıver, ONLARIN YAPTIKLARINI YUTACAKTIR; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz." (Enbiya Suresi, 69)

"Asanı bırak;" (Bıraktı ve) ONUN ÇEVİK BİR YILAN GİBİ HAREKET ETTTİĞİNİ görünce, geriye doğru kaçtı ve arkasına bakmadı. "Ey Musa, korkma; şüphesiz Ben(im); Benim yanımda gönderilen (elçiler) korkmaz." (Neml Suresi, 10)

Hz. Musa elindeki asasını yere attığı anda, Allah'ın lütfuyla, cansız bir odun parçası, hızla hareket eden bir yılana dönüşmüş ve Firavunun yanındakilerin ortaya attıkları sahte yılanları hemen yutmuştur. Böylece insanlar bu yılanın, gerçek bir yılan olduğunu açıkça görmüşlerdir. Çünkü yutması bu yılanın canlı olduğunu; yani midesi olduğunu, beslendiğini dolayısıyla da yaşadığını gösteren bir canlılık alametidir. Ardından da yılanın kaçtığını görmüşlerdir ki bu da yine yılanın hareketli ve canlı olduğunu gösteren bir başka alamet oluşturmuştur. Böylece insanlar orada Yaratılış'ı anlamış ve hatta Firavun'un yardımcıları da Allah'ın üstün Yaratış'ını görerek hemen secdeye kapanmış ve Allah'a iman etmişlerdir.

Hz. Musa'nın kullandığı bu tebliğ yöntemiyle Allah insanlara canlılığın nasıl yoktan var edildiğinin bir örneğini göstermiştir. Cansız bir madde, sadece Allah'ın dilemesiyle, yani "Ol" emriyle can bulmuştur. Allah'ın kendisine lütfettiği bu mucize yaptığı tebliğ sonucunda Hz. Musa, eski Mısırlıların batıl evrim inanışlarını bir hamlede yerle bir etmiş, Hz. Musa'nın karşısında olan insanlar dahi, bu tebliği yöntemi vesilesiyle hemen o an gerçeği kavrayıp batıl inanışlarını bırakmışlardır.

Hz. Musa'nın bu tebliğ yönteminin bir benzeri de Hz. İsa tarafından gerçekleştirilmiştir. Hz. İsa da tebliğinde, putperest düşünceye, pagan inanışlara ve tahrif olmuş Museviliğe karşı mücadele yürütmüş; insanlara doğruyu ve hakkı anlatmış, ama o da asıl olarak ilk önce Yaratılış'ı ispat etmiştir. Kuran'da Hz. İsa'nın "çamurdan kuş biçiminde birşey yaptığı, sonra bunun içine üflediğinde, Allah'ın dilemesiyle, bu kuşun hayat bulup canlandığı" haber verilmiştir:

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İZNİMLE ÇAMURDAN KUŞ BİÇİMİNDE (BİR ŞEYİ) OLUŞTURUYORDUN DA (YİNE) İZNİMLE ONA ÜFÜRDÜĞÜNDE BİR KUŞ OLUVERİYORDU...(Maide Suresi, 110)

Bu kuş, hiçbir sebebe bağlı olmadan, Allah'ın dilemesi ve mucizesiyle, can bulmaktadır. Cansız bir maddeden can sahibi olan kuş, Yüce Allah'ın örneksiz, sebepsiz, üstün yaratışının örneklerinden biridir. Hz. İsa da, ilk önce insanlara Yaratılış'ı ispat etmiş, insanların Allah'ın herşeyi yoktan var ettiğini anlamalarını sağlamıştır. Hz. İsa Allah'ın lütfettiği bu mucizeyle, evrimci düşüncenin mantıksızlığını ve geçersizliğini gözler önüne sermiştir.

Hz. Musa'nın ve Hz. İsa'nın tebliğde kulandıkları bu yöntemler, "tebliğe Yaratılış'ı ispatla başlamanın" önemini açıkça ortaya koymaktadır. İşte Hz. Mehdi (a.s.)de görevine başladığında, Allah'ın yol göstermesiyle aynı tebliğ yöntemini kulllanacaktır. Hz. Mehdi (a.s.)de ortaya çıktığında önce insanlara Darwinizm'in geçersizliğini gösterecek, Yaratılış'ı ispat edecek ve Bediüzaman Said Nursi'nin haber verdiği gibi, Darwinizm'i ve materyalizmi "TAM SUSTURACAK BIR TARZDA" yani yerle bir edecek şekilde ilmi bir mücadele yürütecektir. "Darwinizmi ve materyalizmi tüm dünyada, tam anlamıyla etkisiz hale getirmek" , Hz. Mehdi (a.s.)'nin birinci görevi olacaktır. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm'in çöküşüyle birlikte, insanların imanlarının kurtulmasına da Hz. Mehdi (a.s.)vesile olacaktır.

12 Haziran 2012 Salı

BEDİÜZZAMAN'IN HZ. MEHDİ (A.S.)'IN ÇIKIŞ ZAMANIYLA İLGİLİ SÖZLERİ (TÜRKÇE)

BEDİÜZZAMAN'IN HZ. MEHDİ (A.S.)'IN ÇIKIŞ ZAMANIYLA
İLGİLİ SÖZLERİ (TÜRKÇE)

1.



... İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA

GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA KARİB (YAKIN)

ZANNETMİŞLER... (Sözler, s. 318)
ÜSTAD'IN BU İFADESİ "SÖZLER" RİSALESİNDE
GEÇMEKTEDİR. SÖZLER RİSALESİ 1926 (HİCRİ 1345) YILINDA
TAMAMLANMIŞTIR. YANİ HİCRİ 1300 İÇİNDE
HEM ÜSTAD'IN TÜM ESERLERİ HİCRİ 1300'DE TAMAMLANDIĞI
GİBİ KENDİSİ DE YİNE HİCRİ 1300 İÇİNDE VEFAT
ETMİŞTİR. OYSA ÜSTAD BU SÖZÜNDE HZ. MEHDİ
(A.S.)'IN, HİCRİ 1400'DE ZUHUR EDECEĞİNİ İFADE ETMEKTEDİR.

Sekizinci Asıl: Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı tecrübe
tecrübe (meydanı) ve meydan-ı imtihanda (imtihan meydanı)
çok mühim şeyleri, kesretli (çok fazla) eşya içinde saklıyor. O
saklamakla çok hikmetler, çok maslahatlar (işler) bağlıdır.
Meselâ: Leyle-i Kadri (Kadir gecesi), umum ramazanda; saat-ı
icabe-i duayı (duanın kabul edildiği saati), Cum'a gününde;
makbul velisini, insanlar içinde; eceli, ömür içinde ve kıyametin
vaktini, ömr-ü dünya (dünya hayatı) içinde saklamış. Zira
ecel-i insan (insanın eceli) muayyen (belli) olsa, yarı ömrüne kadar
gaflet-i mutlaka (kesin bir gaflet), yarıdan sonra darağacına
adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki âhiret ve
dünya müvazenesini (dengesini) muhafaza etmek ve her vakit
havf u reca (korku ve ümit) ortasında bulunmak maslahatı (durumu)
iktiza eder (gerekir) ki; her dakika hem ölmek, hem yaşamak
mümkün olsun. Şu halde mübhem (kapalı, belirsiz) tarzdaki
yirmi sene mübhem (kapalı, belirsiz) bir ömür, bin sene
muayyen (belli) bir ömre müreccahtır (üstün tutulan, tercih
edilen). İşte kıyamet dahi şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir.
Eğer vakti taayyün (aşikar olsaydı) etseydi, bütün kurûnu
ûlâ (ilkçağ) ve vustâ (orta çağ) gaflet-i mutlakaya (kesin bir
gaflete) dalacak idiler ve kurûn-u uhrâ (yeniçağ ve ilkçağ) dehşette
kalacaktı. İnsan nasıl hayat-ı şahsiyesiyle (kişisel yaşamı)
hanesinin ve köyünün bekasıyla alâkadardır. Öyle de; hayat-ı
içtimaiye (toplum hayatı) ve nev'iyesiyle, küre-i arzın (dünyanın)
ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur'an "Kıyamet
yaklaştı, ay yarıldı. (Kamer Sûresi: 1.)" der. "Kıyamet yakındır"
ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi,
yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir.
Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye
nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Saat-ı
Kıyamet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet
edilip (kıyaslanıp) baîd (uzak) görülsün. İşte bunun içindir ki,
Hakîm-i Mutlak, kıyameti mugayyebat-ı hamseden (Beş bilinmeyen
şey, beş bilinmeyen. (Kıyâmetin ne zaman kopacağı,
yağmurun ne zaman yağacağı, rahîmlerde olanı, kişinin yarın

ne kazanacağı ve kişinin nerede, ne zaman öleceği.) olarak ilminde
saklıyor. İşte bu ibham (Belirsiz,Kapalı bırakma) sırrındandır
ki, her asır, hattâ asr-ı hakikatbîn (Gerçeği gören asır.)
olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları,
"Şeraiti (şartları) hemen hemen çıkmış" demişler.
İşte bu hakikatı bilmeyen insafsız insanlar derler ki:
"Âhiretin tafsilatını (izahını, açıklamasını) ders alan müteyakkız
(basiretli) kalbli, keskin nazarlı olan sahabelerin fikirleri, niçin
1000 sene hakikattan uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, İSTİKBAL-
İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA GELECEK
BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER.

Elcevab: Çünki Sahabeler, feyz-i sohbet-i nübüvvetten
(Peygamber Efendimizin sohbetinin feyzi, bereketi ve verimliliği.)
herkesten ziyade (fazla) dâr-ı âhireti (ahiret yurdunu) düşünerek,
dünyanın fenasını (geçiciliğini) bilerek, kıyametin ibham-
ı (belirsiz) vaktindeki hikmet-i İlahiyeyi (ilahi hikmeti) anlayarak
ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima
muntazır (bekleyen) bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlar.
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm "Kıyameti bekleyiniz,
intizar ediniz" tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir
irşad-ı Nebevîdir (Hz. Peygamber'e ait irşad, Hz. Peygamber'in
doğru yolu, hidayet yolunu gösteren uyarıları, öğütleri.). Yoksa
vuku-u muayyene (belirli bir vukuuya) dair bir vahyin hükmüyle
değildir ki, hakikattan uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet
ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bu nevi sözleri
hikmet-i ibhamdan (Sözün anlaşılamayacak derecede kapalı
olması) ileri geliyor. Hem şu sırdandır ki; Mehdi, Süfyan
gibi âhirzamanda gelecek eşhasları (şahısları) çok zaman evvel
hattâ Tâbiîn (Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ashabıyla görüşmüş,
onlardan hadis dinlemiş ve ders almış olan Müslümanlar)
zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulun-

muşlar. Hattâ bazı ehl-i velayet "Onlar geçmiş" demişler. İşte
bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlahiye iktiza eder (muhtaç olur,
ihtiyaç hissettirir) ki; vakitleri taayyün etmesin (belli olmasın)
. Çünki her zaman, her asır, kuvve-i maneviyenin (manevi
kuvvetin) takviyesine medar (vesile) olacak ve yeisten (ümitsizlikten)
kurtaracak "Mehdi" manasına muhtaçtır. Bu manada,
her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde
fenalara uymamak ve lâkaydlıkta nefsin dizginini bırakmamak
için, nifakın başına geçecek müdhiş şahıslardan her asır çekinmeli
ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşad-ı umumî
(Herkesi doğru yola sevketmenin gereği) zayi'(ziyan) olurdu.
Şimdi Mehdi gibi eşhasın (şahısların) hakkındaki rivayatın
(rivayetlerin) ihtilafatı (uyuşmazlıkları) ve sırrı şudur
ki: Ehadîsi tefsir edenler, metn-i ehadîsi (hadisin tam metnini)
tefsirlerine ve istinbatlarına (Müçtehid veya büyük bir âlimin
gizli bir manayı içtihad ile meydana çıkarması) tatbik etmişler.
Meselâ: Merkez-i saltanat o vakit Şam'da veya
Medine'de olduğundan, vukuat-ı Mehdiye veya Süfyaniyeyi
Hz. (Mehdi (a.s.) ve Süfyan hadiselerini) merkez-i saltanat civarında
olan Basra, Kûfe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek
öyle tefsir etmişler. Hem de o eşhasın şahs-ı manevîsine veya
temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi (büyük eserleri) o
eşhasın (şahısların) zâtlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler
ki, o eşhas-ı hârika çıktıkları vakit bütün halk onları
tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki demiştik: Bu dünya
tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden
alınmaz. Öyle ise o eşhas (şahıslar), hattâ o müdhiş Deccal dahi
çıktığı zaman çokları, hattâ kendisi de bidayeten (başlangıçta)
Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle,
o eşhas-ı âhirzaman (Ahir Zaman şahısları) tanınabilir.
(Sözler, s. 318)



2.


.... BUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI
DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDİ'NİN
ŞAKİRTLERİ OLABİLİR."
(Şualar, 1. Şua, s. 605), (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 90)

ÜSTAD BU SÖZÜ " MİLADİ 1936 YANİ HİCRİ 1355'DE
1. ŞUA'DA İFADE ETMİŞTİR. BU TARİHE GÖRE BİR ASIR
SONRASI HİCRİ 1400'LERE DENK GELMEKTEDİR.

Sure-i Tevbe'de: "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek
istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan
başkasını istemiyor." âyetindeki "...Allah,
Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor" cümlesi,
kuvvetli ve letafetli (nezaketli) münasebet-i maneviyesiyle
(manevi yakınlıkla) beraber şeddeli "lâmlar" birer "lâm" ve şeddeli
"mim" asıl kelimeden olduğundan iki "mim" sayılmak cihetiyle
bin üçyüz yirmidört (1324) ederek, Avrupa zalimleri
devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müdhiş bir
sû'ikast plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri,
hürriyeti yirmidörtte ilânıyla o plânı akîm (başarısız) bırakmağa
çalıştıkları halde, maatteessüf (yazık ki) altı-yedi sene
sonra, harb-i umumî (1. Dünya Savaşı) neticesinde yine o suikast
niyetiyle Sevr Muahedesinde Kur'anın zararına gayet ağır
şeraitle (şartlarla) kâfirane fikirlerini yine icra etmek olan plânlarını
akîm (başarısız) bırakmak için Türk milliyetperverleri
cumhuriyeti ilânla mukabeleye (karşılık vermeye) çalıştıkları
tarihi olan bin üçyüz yirmidörde, tâ otuz dörde, tâ ellidörde

tam tamına tevafukla, o herc ü merc içinde Kur'anın nurunu
muhafazaya çalışanlar içinde Resail-in Nur müellifi yirmidörtte
(1324) ve Resail-in Nur'un mukaddematı (ilkleri) otuzdörtte
(1334) ve Resail-in Nur'un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirdleri
ellidörtte (1354) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ
hakikat-ı hali (gerçek durumu) bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti
telaşa sevkettiler ve bu itfa (söndürme, bastırma) sû'-i kasdına
karşı tenvir (aydınlatma, nurlandırma) vazifesini tam îfa ettiklerinden
bu âyetin mana-yı işarîsi (işari manası) cihetinde bir
medar-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir (alamettir).
Şimdi İslâmlar içinde Nur-u Kur'ana muhalif haletlerin (hallerin,
durumların) ekserisi, o suikasdların ve Sevr Muahedesi gibi
gaddarane muahedelerin (anlaşmaların) vahîm neticeleridir.
Eğer şeddeli "mim" dahi şeddeli "lâmlar" gibi bir sayılsa, o vakit
bin ikiyüz seksendört (1284) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri
devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeğe niyet ederek on sene
sonra Rusları tahrik edip Rus'un doksanüç (1293) muharebei
meş'umesiyle (uğursuz, kötü savaşıyla) âlem-i İslâmın (İslam
aleminin) parlak nuruna muvakkat (geçici, eğreti) bir bulut
perde ettiler. Fakat bunda Resail-in Nur şakirdleri yerinde
Mevlâna Hâlid'in (K.S.) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından
bu âyet bu cihette onların başlarına remzen (işaretle)
parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar"
ve "mimler" ikişer sayılsa BUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI
DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDİ'NİN
ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ) OLABİLİR." Her ne
ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. Elif, Lam, Ra. Bu
bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura,
O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana
indirdik. İbrahim Suresi, 1)
(Şualar, 1. Şua, s. 605) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 90)

- "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar.
Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan
başkasını istemiyor." (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki,
"...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor"
cümlesinin ebced değeri: HİCRİ 1424 YANİ MİLADİ "2004"
tür.

3.

"HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK
O ZAT" ... (Kastamonu Lahikası, s. 61-62)

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ BU İFADESİ-
Nİ, 1936 (HİCRİ 1354) YILINDA YAZDIĞI KASTAMONU
LAHİKASI'NDA BELİRTİYOR. BU TARİHLER HİCRİ
1300'LERE DENK GELMEKTEDİR. ÜSTAD'IN "BİR ASIR
SONRA..." ŞEKLİNDE İFADE ETTİĞİ 100 YIL SONRASI
İSE HZ. MEHDİ (A.S.)'IN ZUHUR ETTİĞİ HİCRİ 1400'E
DENK GELMEKTEDİR.

Azîz kardeşlerim! Sadakatınızdan tereşşuh eden (ortaya çıkan)
ve haddimin pek çok fevkinde (üstünde) hüsn-ü zannınıza
karşı bundan evvel verdiğim cevabın bir tetimmesi (konuyu
tamamlayan eki) olarak, bu gelecek fıkrayı iki gün evvel yazmıştık.
SİZİN FEVKALÂDE SADÂKAT VE ULÜVV-Ü HİMMETİNİZDEN
(YÜKSEK HİMMETİNİZDEN, YÜKSEK
GAYRETİNİZDEN) TEREŞŞUH EDEN (ORTAYA ÇIKAN)
BİR HAFTA EVVELKİ MEKTUBUNUZA KARŞI HÜSN-Ü
ZANNINIZI BİR DERECE CERHEDEN (İPTAL EDEN, ÇÜ-

RÜTEN) BENİM CEVABIMIN HİKMETİ ŞUDUR Kİ: "…BU
ZAMANDA ÖYLE FEVKALÂDE HÂKİM CEREYANLAR
VAR Kİ, HERŞEYİ KENDİ HESABINA ALDIĞI İÇİN, FARAZA
HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK
O ZAT dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara
kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek
ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır.
Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı, iman mes'elesidir.
Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında
(dünya şartlarının zorluklarında) en mühim mes'ele, hayat ve
şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden
umum rûy-i zeminde (dünyada) vaziyetlerini değiştirmek
nev'-i beşerdeki (insanoğlundaki) cârî olan (geçerli olan) âdetullaha
muvafık (uygun) gelmediğinden, her halde en a'zam
mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. Tâ ki
iman hizmeti safvetini (halislik, temizlik, saflık) umumun
nazarında bozmasın ve avamın (halkın) çabuk iğfal olunabilen
akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk
etsin." (Kastamonu Lahikası, s. 61-62)

4.

YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞ-
LAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZKIRK
SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK..."
(Hutbe-i Şamiye, s. 23)

"...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve
hakiki marifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam teç-

hiz edip, cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak
için taharri-i hakikat meyelanını ve insaf ve muhabbet-
i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş,
inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın
edecek." (Hutbe-i Şamiye, s. 25)

ÜSTAD BU SÖZÜNÜ HİCRİ 1327 (MİLADİ 1911) YILINDA
ŞAM'DA EMEVİ CAMİİ'NDE VERDİĞİ HUTBESİNDE
SÖYLEMİŞTİR. BURADA ÜSTAD, İSLAM ALEMİ-
NİN, HİCRİ 1371'DEN YANİ MİLADİ 1951'DEN SONRAKİ
GELECEĞİNE YÖNELİK İZAHLAR YAPMIŞTIR. ÜSTAD'IN
HUTBE-İ ŞAMİYE'DE VERDİĞİ TARİHLERİN
HEPSİ HZ. MEHDİ (A.S.)'IN ZUHUR ZAMANI OLAN HİCRİ
1400 İÇİNDEDİR.

"Kırk sene evvel Şam'daki Câmi-i Emevî'de Şam ülemasının
ısrarıyla içinde yüz ehl-i ilim bulunan onbin adama yakın
bir azîm cemaate verilen bu Arabî ders risalesindeki hakikatları
bir hiss-i kabl-el vuku' ile Eski Said hissetmiş, kemal-i kat'iyyetle
müjdeler vermiş ve pek yakın bir zamanda o hakikatlar
görünecek zannetmiş. Halbuki iki harb-i umumî (Dünya savaşları)
ve yirmibeş sene bir istibdad-ı mutlak (diktatörlük, baskı),
o hiss-i kabl-el vukuun kırk elli sene te'hirine sebeb olmuş
ve şimdi o zamandaki verdiği haberlerin aynen tezahürleri
(belirtileri) âlem-i İslâmiyette başlamış. Demek bu pek ehemmiyetli
ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan
doğruya 1327'ye bedel, 1371'de ve Câmi-i Emevî yerine
âlem-i İslâm câmiinde üçyüz yetmiş milyon bir cemaate haki-

katlı ve taze bir ders-i içtimaî (sosyal) ve İslâmîdir, diye tercümesini
neşretmek zamanıdır tahmin ederim...".....

"...Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına
(parlaklığının sönmesine) ve beşeri tenvir etmesine (aydınlatmasına)
mümanaat eden (mani olan) perdeler açılmaya başlamışlar.
O mümanaat edenler (mani olanlar) çekilmeye başlıyorlar.
Kırkbeş sene evvel o fecrin (tan vaktinin) emareleri
(alametleri) göründü. YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK
BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB
DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK
ÇIKACAK..." (Hutbe-i Şamiye, s. 23)

"...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen
ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini (güzelliklerini,
iyiliklerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını (maddi
manevi aletler) verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak
için taharri-i hakikat (doğruyu arama) meyelanını (eğilimini)
ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o
dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşaAllah
YARIM ASIR SONRA ONLARI DARMADAĞIN EDECEK."
(Hutbe-i Şamiye, s. 25)

Üstad burada, Hicri 1371'den yani Miladi 1951'den sonraki
İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapıyor.
Hicri 1371 + 30 = 1401 (Miladi 1981) (30 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 40 = 1411 (Miladi 1991) (40 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001) (yarım asır sonrası)


5.

TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE,
ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE ŞAKİRTLERİ CENAB-
I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR
... (Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat,
Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, Sayfa 153)

ÜSTAD, KASTAMONU LAHİKASI'NI 1936 YILINDA
HAZIRLAMIŞTIR. BU ESERİNDE "TA AHİR ZAMANDA...."
İFADESİYLE RİSALE-İ NUR'UN ASIL SAHİPLERİ
OLARAK NİTELENDİRDİĞİ HZ. MEHDİ (A.S.) VE TALEBELERİNİN
KENDİSİNDEN ÇOK DAHA SONRAKİ BİR
VAKİTTE GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞTİR.

Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın (Peygamberimiz
(s.a.v.)'in) haber verdiği "Mânevî fütuhat yapmak (galibiyetler
kazanmak) ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemin hemen hemen
gelmesi" diye fıkrasına, bütün ruhu canımızla rahmet-i
İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risalei
Nur şakirtleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlahiyeye karışmamak
ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi
tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemiyete değil (miktara
değil), keyfiyete bakmak, hem çoktan beri sukut-u ahlâka
(ahlak kaybına) ve hayat-ı dünyeviyeyi (dünya hayatını) her
cihetle hayat-ı uhreviyeye (ahirete) tercih ettirmeye sevk eden
dehşetli esbap (sebepler) altında Risale-i Nur'un şimdiye kadar
fütuhatı (galibiyeti) ve zındıkların (kafirlerin, dinsizle-
rin) ve dalâletlerin savletlerini (saldırılarını) kırması ve yüz
binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve
bine mukabil yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi,
Muhbir-i Sâdıkın (Peygamberimiz (s.a.v.)'in) ihbarını
aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor,
inşaAllah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaAllah hiçbir
kuvvet Anadolu'nun sinesinden onu (Risale-i Nur'u) çıkaramaz.
TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE,
ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE ŞAKİRTLERİ CENAB-
I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİ-
RİR VE O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİ-
MİZDE SEYREDİP ALLAH'A ŞÜKREDERİZ. (Kastamonu
Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet
Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)

6.

FAKAT O İLERİDE GELECEK ACİP (Şaşılan ve hayret
uyandıran şey; benzeri görülmeyen; garip) ŞAHSIN BİR
HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR
DÜMDÂRI (Ordunun geriden gelen emniyet kuvveti) VE O
BÜYÜK KUMANDANIN PÎŞDÂR (öncü) BİR NEFERİ (askeri)
OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen
de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın.
(Barla Lahikası, sf. 162)

SAİD NURSİ HAZRETLERİ "BARLA LAHİKASI"NI
1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD,
HZ. MEHDİ (A.S.)'IN İLERİDE GELECEĞİNİ AÇIK
BİR ŞEKİLDE İFADE ETMİŞTİR. KENDİSİNİN İSE HZ.

MEHDİ (A.S.)'IN ÖNCÜSÜ VE ONA ZEMİN HAZIRLAYAN
BİR HİZMETKARI OLDUĞUNU İFADE ETMİŞTİR.

Aziz ve gayretli âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur'ân'da
yoldaşım Hulûsî-i sânî ve Sabri-i evvel,

MâşâAllah, Yirminci Mektubun kıymetini güzel anlamışsınız
ve güzel de yazmışsınız. Mektubunda ilm-i kelâm (Cenâb-ı
Hakkın zât ve sıfatlarından, peygamberlik, âhiret ve itikada âit
diğer meselelerden İslâmî esaslar dâiresinde bahseden ilim)
dersini benden almak arzu etmişsiniz. Zaten o dersi alıyorsunuz.
Yazdığınız umum Sözler, o nurlu ve hakikî ilm-i kelâmın
dersleridir. İmam-ı Rabbânî gibi bazı kudsî (yüce, temiz) muhakkikler
(hakîkatlara hakkıyla vâkıf olan büyük İslâm âlimleri)
demişler ki: Âhirzamanda ilm-i kelâmı, yani ehl-i hak mezhebi
olan mesâil-i imaniye-i kelâmiyeyi (imani meseleler), birisi
öyle bir surette beyan edecek ki, umum ehl-i keşif (keşifçiler)
ve tarikatın fevkinde (üstünde), o nurların neşrine (yayılmasına)
sebebiyet verecektir. Hattâ İmam-ı Rabbânî kendisini o şahıs
gibi görmüştür.

Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin
derece haddimin fevkinde (üstünde) olarak, kendimi o gelecek
adam olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette liyakatim
(layık olmak, ehliyet) yoktur. FAKAT O İLERİDE GELECEK
ACİP (Şaşılan ve hayret uyandıran şey; benzeri görülmeyen;
garip) ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR
EDECEK BİR DÜMDÂRI (Ordunun geriden gelen emniyet
kuvveti) VE O BÜYÜK KUMANDANIN PÎŞDÂR (öncü) BİR
NEFERİ (askeri) OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır
ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın. (Barla
Lahikası, sf. 162)


7.

... AHİR ZAMANDA GELECEK BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ
(EN BÜYÜK MÜCEDDİD) MANA-YI İŞARİ İLE (İŞARİ
ANLAMDA) HABER VERİYORLAR. Fakat O GELECEK
ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi...
(Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)

TILSIMLAR MECMUASI, RİSALE-İ NUR'UN ÇEŞİTLİ
KISIMLARINDAN DERLENMİŞ BİR KİTAPTIR. TILSIMLAR
MECMUASI'NDA YER ALAN BU SÖZÜNDE ÜSTAD
"O GELECEK ZAT…" İFADESİYLE KENDİ ZAMANINDA
HENÜZ MEHDİ (A.S.)'IN YAŞAMADIĞINI AHİR ZAMANDA
GELECEĞİNİ BELİRTMİŞTİR. AYRICA AHİR ZAMANA
KADAR, GELEN HİÇBİR MÜCEDDİDİN TOPLU OLARAK
YAPMADIĞI 3 VAZİFENİN MEHDİ (A.S.) TARAFINDAN
YAPILACAĞINI DA İFADE ETMİŞTİR.

Evvela: Aydın havalisinin Hasan Feyzi'si ve Husrev'i ve
Mehmed Feyzi'si ve Risale-i Nur'un manevi avukatı Ahmed
Feyzi'nin üç seneden beri alimane (bilerek), mudakkikane yazdığı
şu gelen istihracat-ı gaybiyeyi ve Sikke-i Tasdik-i
Gaybiye'nin bir kuvvetli hücceti (delil) ve şahidi bulunan şu risaleciği
dikkatle mütalaa ettim. O'nun tedkikatına (inceleme)
ve Risale-i Nur'un kıymetini tam hadis ile ve ayet ile isbat etmesine
karşı, hayret ve istihsan (beğenme) ile "MaşaAllah,
Barekellah" dedim. Fakat, bir derece tabire muhtaçtır. Ayn-ı hakikattır
(hakikatin ta kendisi); fakat "Said" hakkında hususan
son kısmının haşiyelerinde (dipnot) - şahsiyetim itibarıyla had-

dimden yüz derece ziyade bir hüsn-ü zannı ile – hakikatın sureti
değişmiş…

Evet, hem Sikke-i Gaybiye, hem O'nun yazdığı ayetler ve
hadisler müttefikan (ittifakla) bu asırda bir hakikat-ı nuraniyeye
(nurlu hakikat) işaret ediyorlar. Ve bu asır ve bu zaman, cemaat
zamanı olduğundan şahs-ı manevi hükmedebilir.
Hususan manevi vazifelerde maddi şahısların ehemmiyeti
(önemi) azdır. Dağlar gibi vazifeler, o zayıf şahsiyetlere yükletilmez.

Bazı ayat-i kerime ve hadis-i şerife AHİR ZAMANDA GELECEK
bir müceddid-i ekberi (en büyük müceddid) manayı
işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O GELECEK
ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi
olan ve zahiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-
i imaniyeyi (iman hakikatleri) güneş gibi göstermek vazifesini
Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından;
O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ,
RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA
BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE ÇALIŞMIŞLAR
VE ŞERİATI İHYA (diriltme) VE HİLAFETİ TATBİK OLAN
ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU İKİ MÜHİM VAZİFESİNİ
NAZARA ALMAMIŞLAR. Onların kanaatleri, onların
Risale-i Nur'dan istifade cihetinde faidelidir, zararsızdır;
fakat Nur'un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alet olmamasına
ve dünyevi ve manevi makamatı aramamasına zarar verdiği
gibi, Nurların muhafızları her taifenin hususan siyasi taifenin
tenkidine ve hücumuna vesile olabilir... (Tılsımlar
Mecmuası, sf. 168)



8.

BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK
O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR'U BİR PROGRAMI
OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, Sayfa 11, Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ "SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ"
Yİ 1928 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD BU ESERİNDE
KENDİSİNDEN "SONRA GELECEK O MÜBAREK
ZAT..."'IN YANİ HZ. MEHDİ (A.S.)'IN; ÜSTAD'IN HAZIRLAMIŞ
OLDUĞU RİSALE-İ NUR'LARI ASIL SAHİBİ OLARAK
NEŞR VE TATBİK EDECEĞİNİ İFADE ETMİŞTİR. Yİ-
NE ÜSTAD EMİRDAĞ LAHİKASI'NIN EL YAZMASINDA
DA " ÂHİRZAMANDA GELECEK HAZRET-İ MEHDİ DE
ONA O KIYMETİ VERECEK İTİKADINDAYIM." İFADESİYLE
BU GÖRÜŞÜNÜ BİR KEZ DAHA İFADE ETMİŞTİR.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Nurun fevkalâde has şakirtleri (talebeleri), Sikke-i
Gaybiye müştemilâtıyla (eklentileriyle), o evliya-yı meşhûreden
(tanınmış evliyalar), kırk günde bir defa ekmek yiyip kırk
gün yemeyen Osman-ı Hâlidî'nin sarih (açık) ihbarı ve evlâtlarına
vasiyetiyle ve Isparta'nın meşhur ehl-i kalb âlimlerinden
(kalbiyle mânevî terakkide bulunanlar) Topal Şükrü'nün zahir
haber vermesiyle çok ehemmiyetli bir hakikatı dâvâ edip, fakat
iki iltibas (karışıklık, yanlışlık) içinde, bu biçare, ehemmiyetsiz
kardeşleri Said'e bin derece ziyade hisse vermişler. On seneden
beri kanaatlerini tâdile (düzeltmeye) çalıştığım halde, o bahadır
(cesur) kardeşler kanaatlerinde ileri gidiyorlar. Evet, onlar, On
Sekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak
bir hakikati görmüşler; fakat tabire muhtaçtır. O hakikat de şudur:

ÜMMETİN BEKLEDİĞİ, AHİR ZAMANDA GELECEK
ZATIN ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ VE EN BÜYÜĞÜ
VE EN KIYMETDARI OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ
(İNANDIĞI ŞEYLERİN ASLINI, ESÂSINI BİLEREK İNANMA;
SARSILMAZ ÎMÂN,) NEŞR (YAYMAK) VE EHL-İ
İMANI DALALETTEN (HAK VE HAKİKATTEN SAPMA)
KURTARMAK CİHETİYLE (YÖNÜYLE), o en ehemmiyetli
vazifeyi aynen bitemâmihâ Risâle-i Nur'da görmüşler. İmam-ı
Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir
ki, o gelecek zatın makamını Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevîsinde
keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı
mânevîyi bir hâdimine (hizmetkarına) vermişler, o hâdime
mültefitane (iltifatlılıkla) bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR
Kİ, SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, Rİ-
SÂLE-İ NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞİR VE TATBİK
EDECEK'.

O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektedir.
Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve
ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük
maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik
edilebilsin.

O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi (İslam halifeliği)
ittihad-ı İslâma (İslam birliğine) bina ederek, İsevî ruhanîleriyle
(cisim olmayıp gözle görülmeyen, ruha ait) ittifak
edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir
saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir.
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıy-
mettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş
bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve
avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has
Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile
(bir fikir veya sözden bir başka mânâ çıkarmak) muhtaç fikirlerini
ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir
ve vermiş; hücumlarına vesile olur. Çünkü, birinci vazifenin
hakikatini ve kıymetini göremiyorlar; öteki cihetlere hamlederler.


Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlık):


Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bazı cihetlerle birinci vazifede
pişdarlık (öncülük) eden Nur şakirtlerinin şahs-ı mânevîsini
temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki
iltibas da (yanlışlık) Risale-i Nur'un hakikî ihlâsına ve hiçbir şeye,
hattâ mânevî ve uhrevî makamata (makamlar, dereceler)
dahi âlet olmamasına bir cihette zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti
de evhama düşürüp Risale-i Nur'un neşrine zarar gelir. Bu
zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâkî
hakikatler, fâni ve âciz ve sukut edebilir (kaybolabilir) şahsiyetlere
bina edilmez.

Elhasıl: O GELECEK ZATIN İSMİNİ VERMEK, üç vazifesi
birden hatıra geliyor; yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan
nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-ı mü'minîn (müminlerin
geniş halk tabakası) nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece
noksanlaşır. Yakîniyet-i bürhaniye (kesin deliller) dahi, kazâyâyı
makbûledeki (kabule mazhar olmuş hüküm ve iddia) zann-ı
galibe (kuvvetli ihtimal) inkılâp eder (değişir); daha muannid
(inatçı) dalâlete (Hak ve hakîkatten) ve mütemerrid (İnatçı, dik
kafalı, hakkı kabul etmekte direnen) zındıkaya (dinsizlik,
inançsızlık) tam galebesi (üstün gelmek), mütehayyir (Hayrete
düşen, şaşıran) ehl-i imanda görünmemeye başlar. Ehl-i siyaset
evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara
o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki "Müceddiddir,
onun pişdarıdır (öncüsüdür)" denilebilir.

Umum kardeşlerimize binler selâm. (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 9-11)

Ümmetin beklediği, ahirzamanda gelecek zatın üç vazifesinden
en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı (değerlisi)
olan îman-ı tahkîkiyi (Tahkiki iman, imana dair bütün meseleleri
inceleyip delil ve bürhan ile inanma) neşr (Dağıtma, yayma...)
ve ehl-i îmanı dalaletten (batıla yönelmekten) kurtarmak
cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemamiha Risale-i
Nur'da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı a'zam ve Osman-ı
Halidî gibi zatlar bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını
Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret
etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hadimine (hizmetçisine)
vermişler, o hadime (hizmetçiye) mültefitane (iltifat edene
yakışır şekilde) bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR
Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ
NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK.
(Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310)

9.

FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ
(yüce, temiz) ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM
GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ
ZATLARA ZEMİN İHZAR EDİYORUZ ... (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan
7. Mesele)

SAİD NURSİ HAZRETLERİ "BARLA LAHİKASI"NI
1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD RİSALELERİNDE,
KENDİ YAŞADIĞI DÖNEMİN KIŞ OLDUĞUNU
İFADE EDEN İZAHLAR YAPARKEN HZ. MEHDİ
(A.S.)'DAN BAHSETTİĞİ BU BÖLÜMDE İSE HZ. MEHDİ
(A.S.) VE TALEBELERİNE HİTABEN ONLARIN BAHARDA
GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞTİR. BEDİÜZZAMAN
AYRICA YAPTIĞI BU ÇALIŞMALARLA KENDİSİNDEN
SONRA GELECEK OLAN O MÜBAREK İNSANLARA ORTAM
HAZIRLADIĞINI BELİRTMİŞTİR..

Beşinci Sebep: Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten (evliya
olan kimseler) işittim ki: O zat, eski velîlerin gaybî (hazırda
olmayan, görünmeyenlere âit) işaretlerinden istihraç etmiş (bazı
işaretleri beliren şeylerden ileriye ait olacak şeyleri çıkarmak)
ve kanaati gelmiş ki, "Şark (doğu) tarafından bir nur zuhur
edecek, bid'alar (dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar)
zulümâtını (haksızlıklar) dağıtacak." Ben böyle bir nurun zuhuruna
çok intizar ettim (ümit ederek bekleme) ve ediyorum.
FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ (yüce,
temiz) ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR.
VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA
ZEMİN İHZAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz). Madem kendimize
ait değil; elbette, Sözler namındaki nurlara ait olan inâyât-
ı İlâhiyeyi (ilahi yardımlar) beyan etmekte medar-i fahir
(övünme sebebi) ve gurur olamaz; belki medar-ı hamd (şükür
sebebi) ve şükür ve tahdis-i nimet (Cenâb-ı Hakk`a karşı şükrünü
edâ etmek ve teşekkür etmek maksadıyla kavuştuğu nîmeti
başkalarına anlatma) olur. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189)
(Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)



10.


AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA,
ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK
BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEM MEHDİ, HEM
MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR ZAT-İ NURANİYİ
GÖNDERECEK VE O ZAT DA, EHL-İ BEYT-İ
NEBEVİDEN OLACAKTIR... (Mektubat, s. 411-412)


SAİD NURSİ HAZRETLERİ "MEKTUBAT'I 1929 YILINDA
KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD'IN DÖNEMİNDE AHİR
ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI OLAN DARWINİZM, MATERYALİZM
VE ATEİZMİN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİ-
Sİ BUGÜNKÜ GİBİ ŞİDDETLİ DEĞİLDİ. OYSA HZ. MEHDİ
(A.S.)'IN ZUHUR YÜZYILI OLAN HİCRİ 1400, BU DİNSİZ
AKIMLARIN ÇOK HIZLI İVME KAZANDIĞI, İNSANLAR
VE TOPLUMLAR ÜZERİNDE ETKİLERİNİ EN ŞİDDETLİ
HALE GETİRDİKLERİ BİR YÜZYIL OLMUŞTUR.
DÖNEMLERİNDE YAPTIKLARI HİZMETLER AÇISINDAN,
NE ÜSTAD, NE DE ONDAN ÖNCE GELEN MÜCEDDİDLER
HZ. MEHDİ (A.S.)'DA TOPLANACAK OLAN EN
BÜYÜK MÜCEDDİD, EN BÜYÜK MÜRŞİT VE MÜÇTEHİD,
HAKİM, MEHDİ VE KUTB-U AZAM SIFATLARINA BİR
ARADA SAHİP OLMAMIŞLARDIR.


Elcevap: Cenab-ı Hakk; kemal-i rahmetinden (en yüksek
rahmetinden), şeriat-i İslamiyetin edebiyetine (İslami hükümlerin
eğitimine) bir eser-i himayet (korumasının alameti)
olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih (ıslah
edici) veya bir müceddit (büyük alim) veya bir halife-i zişan
(şanlı halife) veya bir kutb-u a'zam veya bir mürşid'i ekmel
(kusursuz bir klavuz) veyahut bir nevi Mehdi hükmünde
mübaret zatları göndermiş; fesadı izale edip (giderip), milleti
ıslah etmiş (düzeltmiş); Din-i Ahmediye (A.S.M) muhafaza
etmiş. Madem adeti öyle cereyan ediyor, AHİR ZAMANIN
EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK
BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM
HAKİM, HEM MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U
AZAM OLARAK BİR ZAT-İ NURANİYİ (nurlu bir kişiyi)
GÖNDERECEK VE O ZAT DA, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN
(Peygamberimiz (saas)'in soyundan) OLACAKTIR. Cenab-ı
Hakk, bir dakika zarfında beyn-es-sema vel-arz alemini (gök
ve yerin arasını, dünyayı) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi,
bir saniyede denizin firtınalarını teskin eder (sakinleştirir) ve
bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini (örneğini)
ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i
Zülcelal (Celal ve İzzet sahibi Yüce Allah); Mehdi ile de,
alem-i İslam'ın zulümatını (karanlıklarını) dağıtabilir. Ve
va'detmiştir, va'dini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye (ilahi
güç) noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab (sebepler
dairesi) ve hikmet-i Rabbaniye (Allah'ın hikmeti) noktasında
düşünülse, yine o kadar makul ve vukua (oluşa) layıktır
ki; 'Eğer muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle
olmak lazım gelir. Ve olacaktır' diye ehl-i tefekkür (tefekkürde
bulunanlar) hükmeder. ... Âl-i İbrahim Aleyhisselâm (Hz.
İbrahim (as)'ın soyu) gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek
silsilelerin başında, umum aktar (açıklık alanlar) ve âsârın
mecmalarında (kuytu toplanma yerlerinde) o nuranî zatlar
kumandanlık ediyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki (o kadar
kalabalıktırlar ki), o kumandanların mecmuu (tümü), muaz-
zam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanütle
bir fırka (tümen) vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini
milliyet-i mukaddese (mübarek topluluk) hükmünde rabıta-i
ittifak (dayanışma düzeni) ve intibah (uyanış) yapsalar, hiçbir
milletin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kesretli (kalabalık)
o muktedir (güç yetiren) ordu, Âl-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.
Evet, bugün tarih-i Âlemde (dünya tarihinde) hiçbir nesil,
şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine muttasıl (birbirine
bitişik) ve en yüksek şeref ve Âli hasep ve asil neseple (soyla)
mümtaz (ayrıcalıklı) hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen
seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski
zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve
ehl-i kemalin (olgun ve değerli kişiler) namdar (namlı) reisleri
yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten (sayıca) milyonları geçen bir
nesl-i mübarektir. Mütenebbih (akıllı, sorumluluk sahibi) ve
kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî (Peygamber sevgisi) ile
dolu ve cihandeğer (dünyanın en kıymetlisi) şeref-i intisabıyla
(mensup olmasıyla) serfirazdırlar (seçkindirler). Böyle bir cemaat-
i azîme (büyük bir cemaat) içindeki mukaddes kuvveti
tehyiç edecek (coşturacak) ve uyandıracak hâdisât-ı azîme vücuda
geliyor (büyük ve önemli olaylar oluşuyor). Elbette o
kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i Âliye feveran edecek (o büyük
kuvvetteki haysiyet ve mukaddesatı koruma duygusu
galeyana gelecek) ve Hazret-i Mehdî başına geçip tarik-i hak
ve hakikate sevk edecek (doğru yola ve gerçeğe yönlendirecek).
Böyle olmak ve böyle olmasını, bu kıştan sonra baharın
gelmesi gibi, âdetullahtan (Allah'ın yarattığı tabiat kurallarından)



11.

MEHDÎ'NİN ÜÇ VAZİFESİ
(Emirdağ Lahikası-I, ss. 231-233)

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ
EMİRDAĞ LAHİKASI'NI 1949 YILINDA KALEME ALMIŞ-
TIR. BU ESERİNDE ÜSTAD HZ. MEHDİ (A.S.)'IN ÖZELLİKLE
DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM FELSEFELERİNİ
TAM SUSTURARAK İNSANLARIN İMANINI
KURTARMAYA VESİLE OLACAK ŞEKİLDE ÇOK ETKİLİ
ÇALIŞMALAR YAPACAĞINI İFADE ETMİŞTİR. ÜSTAD,
KENDİSİNİN YAŞADIĞI DÖNEM DAHİL OLMAK ÜZERE
HER DÖNEMDE BİR NEVİ MEHDİ VASFINA SAHİP ŞAHISLAR
GELDİĞİNİ ANCAK HİÇBİRİNİN BU ÜÇ VAZİ-
FEYİ BİR ARADA YAPMA KUDRETİNE SAHİP OLAMADIKLARINI
İFADE ETMİŞTİR.

Mehdî'nin üç vazifesi Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı
bir şakirdi (talebesi), çokların namına (başkaları adına) benden
sordu ki: "Nurun halis ve ehemmiyetli bir kısım şakirdleri, pek
musırrane (ısrarla) olarak ahirzamanda gelen al-i Beytin büyük
bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar
ısrar ediyorlar.

Sen de bu kadar musırrane (ısrarla) onların fikirlerini kabul
etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat
ve kat'î (kesin) bir hüccet (delil) var ve sen de bir hikmet ve hakikata
binaen onlara muvafakat (müsaade) etmiyorsun. Bu ise
bir tezattır, her halde hallini istiyoruz."
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere (meselelere) cevaben
derim ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var.
Fakat iki cihette bir tabir ve te'vil lazım.

Birincisi: ÇOK DEFA MEKTUPLARIMDA İŞARET ETTİĞİM
GİBİ, MEHDÎ AL-İ RESÛLÜN TEMSİL ETTİĞİ
KUDSÎ (mukaddes) CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİN
ÜÇ VAZİFESİ VAR. EĞER ÇABUK KIYAMET KOPMAZSA
VE BEŞER BÜTÜN BÜTÜN YOLDAN ÇIKMAZSA, O VAZİFELERİ
ONUN CEMİYETİ VE SEYYİDLER CEMAATİ
YAPACAĞINI RAHMET-İ İLAHİYEDEN BEKLİYORUZ.
VE ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle (tesiriyle) ve maddiyyun
ve tabiiyyun taunu beşer içine intişar etmesiyle, her
şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyûn (materyalizm, darwinizm
ve ateizm salgını), fikrini tam susturacak bir tarzda îmanı kurtarmaktır.
Ehl-i îmanı dalaletten muhafaza etmek (iman edenleri
sapkınlıktan korumak) ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi
bırakmakla, çok zaman tetkikat (tetkikler) ile meşguliyeti iktiza
ettiğinden (gerektirdiğinden), Hazret-i Mehdî'nin, o vazifesini
bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez.
Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı,
onun ile iştigale vakit bırakmıyor. HERHALDE O VAZİFEYİ
ONDAN EVVEL BİR TAİFE BİR CİHETTE GÖRECEK.
O ZAT, O TAİFENİN UZUN TETKİKATI (tetkikleri)
İLE YAZDIKLARI ESERİ KENDİNE HAZIR BİR PROĞ-
RAM YAPACAK, ONUN İLE O BİRİNCİ VAZİFEYİ TAM
YAPMIŞ OLACAK. BU VAZİFENİN İSTİNAD ETTİĞİ (dayandığı)
KUVVET VE MANEVÎ ORDUSU, YALNIZ İHLAS
VE SADAKAT VE TESANÜD SIFATLARINA TAM SAHİP
OLAN BİR KISIM ŞAKİRDLERDİR. NE KADAR DA AZ
OLSALAR, MANEN BİR ORDU KADAR KUVVETLİ VE
KIYMETLİ SAYILIRLAR.

İkinci vazifesi: HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.)
ÜNVANI İLE ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ İslama ait değerleri) İHYA
ETMEKTİR. ALEM-İ İSLAMIN (İslam aleminin) VAHDETİNİ
(birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (dayanak noktası
edinip), BEŞERİYETİ MADDÎ VE MANEVÎ TEHLİKELERDEN
VE GAZAB-I İLAHÎDEN (BELADAN) KURTARMAKTIR.
BU VAZİFENİN, NOKTA-İ İSTİNADI VE HADİMLERİ
(HİZMETKARLARI), MİLYONLARLA EFRADI
(EFRADI) BULUNAN ORDULAR LAZIMDIR.

Üçüncü vazifesi: İNKILABAT-I ZAMANİYE (ZAMANA
BAĞLI DEĞİŞİMLER) İLE ÇOK AHKAM-I KUR'ANİYENİN
(KURAN'IN HÜKÜMLERİNİNİ) ZEDELENMESİYLE
VE ŞERİAT-I MUHAMMEDÎYENİN (A.S.M.) KANUNLARI
BİR DERECE TATİLE UĞRAMASIYLA O ZAT, BÜTÜN
EHL-İ ÎMANIN MANEVÎ YARDIMLARIYLA VE İTTİHADI
İSLAMIN (İSLAM BİRLİĞİNİN) MUAVENETİYLE (YARDIMIYLA)
VE BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN VE BİLHASSA
AL-İ BEYTİN NESLİNDEN HER ASIRDA KUVVETLİ
VE KESRETLİ (KALABALIK) BULUNAN MİLYONLAR
FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (KATILIMLARIYLA)
O VAZİFE-İ UZMAYI (ÇOK BÜYÜK GÖREVİ)
YAPMAYA ÇALIŞIR.

Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi
ve en yüksek mesleği olan îmanı kurtarmak ve îmanı,
tahkikî (doğruluğunu ispat ederek) bir surette umuma ders
vermek, hatta avamın da îmanını tahkikî yapmak vazifesi ise,
manen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici (doğru yolu
gösterici) manasının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur
Şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da gördüklerinden,
ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü
derecededir, diye Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini haklı olarak
bir nevi Mehdî telakki (kabul) ediyorlar. O şahs-ı manevînin
de bir mümessili, Nur Şakirdlerinin tesanüdünden gelen
bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili
olan bîçare (zavallı) tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi
ona da veriyorlar. Gerçi bu, bir iltibas(karıştırma) ve bir sehivdir
(yanlışlıktır), fakat onlar onda mes'ul değiller. Çünkü ziyade
hüsn-ü zan, eskidenberi cereyan ediyor ve itiraz edilmez.
Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi
dua ve bir temennî ve Nur Talebelerinin kemal-i itikadlarının
bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim. Hatta eski
evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinden Risale-i Nur'u
aynı o ahirzamanın hidayet edicisi olduğu, diye keşifleri bu
tahkikat ile te'vili anlaşılır. Demek iki noktada bir iltibas var,
te'vil lazımdır.

Birincisi: AHİRDEKİ İKİ VAZİFE, GERÇİ HAKİKAT
NOKTASINDA BİRİNCİ VAZİFE DERECESİNDE DEĞİLLER,
fakat hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslam ordularıyla
zemin yüzünde saltanat-ı İslamiyeyi sürmek cihetinde
herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan
bu asrın efkarında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor;
ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor;
siyaset manasını ihsas eder; belki de bir hodfüruşluk manasını
hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve
şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de
çok safdil ve makamperest zatlar "Mehdî olacağım," diye dava
ederler. GERÇİ HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ
MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ, FAKAT

HERBİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE
YAPMASI İTİBARİYLE, AHİRZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ-
Sİ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR.

Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu (bilgi sahibi kişileri),
bazı şakirtlerin (talebelerin) bu itikatlarına (inançlarına, düşüncelerine)
göre, bana karşı demişler ki:

"EĞER MEHDİLİK DAVA ETSE, BÜTÜN ŞAKİRDLERİ
(talebeleri) KABUL EDECEKLER." BEN DE ONLARA DEMİŞTİM:
"BEN, KENDİMİ SEYYİD BİLEMİYORUM. BU
ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR. HALBUKİ AHİR ZAMANIN
O BÜYÜK ŞAHSI, AL-İ BEYTTEN (Peygamberimiz
(s.a.v.)'in neslinden) OLACAKTIR. Gerçi manen (manevi olarak)
ben Hazret-i Ali nin (r.a.) bir veled-i manevisi (manevi evladı)
hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i
Muhammed Aleyhisselam bir manada hakiki Nur şakirtlerine
şamil olmasından (gerçek Nur talebelerini de kapsadığı için),
ben de Al-i Beytten (Peygamberimiz (saas)'in neslinden) sayılabilirim.
Fakat bu zaman şahs-ı manevi zamanı olmasından ve
Nurun mesleğinde hiçbir cihette (hiç bir yönden) benlik ve şahsiyet
ve şahsi makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz;
ve sırr-ı ihlasa tam muhalif olmasından (samimiyetin sırrına
ters düşmesinden), Cenab-ı Hakka hadsiz (sonsuz) şükür
ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle
şahsi ve haddimden hadsiz derece fazla makamata (kendi sınırlarımdan
sonsuz derecede fazla makama) gözümü dikmem.
Ve Nurdaki ihlası (samimiyeti) bozmamak için, uhrevi makamat
(makam) dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum"
dedim, o ehl-i vukuf (bilgi sahibi kişiler) sustu.
(Emirdağ Lahikası-1, ss. 231-233)